26 Şubat 2012

KESİT


Yaşamın tortusu dökülür dilimden, kesit kesit.


1. renklerin seçimi / seçimi rengimin
Siyahın asaleti, yeşilin özgürlüğü, sarının kibri, kırmızının şehveti, morun hüznü ne de grinin suskunluğu… Ben mavinin hayalperestliğini geçiriyorum ruhumun üstüne...

2. kum saati / saatin kumları
Yaşam bir kum saati, bizler de kum taneleri… Düşmek için çıkıyoruz. Ne düşmek elimizde ne de çıkmak.

3. yalnız kaldırımlardaki yalnızlık
Dakikaların yıl gibi olduğu anda, yıllar birer dakika oluyor kaldırımlarda. Sevinç ve hüzün aynı kapta yoğruldu hep. Dostlar arasındaki yalnızlığım bundandır.

4. yap-boz tahtasındaki boz-yap
Yaşam, büyük bir yap-boz tahtası… Bizler, yap-boz tahtasının küçük parçaları… Uyduruyoruz kendimizi, bize ayrılan yerlere. Uymayan taraflarımızı törpülüyoruz bilerek / bilmeyerek. Törpülenen yerlerde hayallerimiz var oysa. Bozup yeniden yaptıklarımız: boz-yap!

5. zamanın ateşle dansı
Zaman, ateşten bir rüzgâr; ansızın geçiyor başımızdan. Ateş… Yanıyor boş sayfalı günlüğümüz. Ateş… Yanıyor başka insanların yaşamlarında bıraktığımız izler. Ateş… Yanıyor kendimize sorduğumuz sorular. Ateş… Yanıyor başkalarından aldığımız yanıtlar. Ateş… Ve ateş… Ve ateş…
Başımızdan geçiyor ansızın; rüzgâr, bir ateşten zaman.

6.  gibi zannettiğimiz, zannettiğimiz gibi mi?
Uzaktaki tuzak, ”yakın”daki uzak gibi
Yakındaki uzak, iki tarafı keskin bıçak gibi
Keskin bıçak, kararsızlığın saplandığı batak gibi
Batak, çaresizliğe hazırlanan yatak gibi
Çaresizliğe hazırlanan yatak
Sanma ki barınak

Uzak sandığın tuzak,uzak kaldığın “yakın”daki keskin bıçak;
Gibi.

7. hep – hiç
“Yaşam, bir mücadele ve savaştır.” dediler bizlere, bizden deneyimliler, hep.
Biz, hangi yönlerimizi bileyliyoruz kime?
Kim, hangi yönlerini bileyliyor bize?   
Nerede bu savaş / Bu savaş nereye?
Kime karşı bu savaş / Bu savaşa karşı, kim?
Varsa bir savaş; kazanan kim, yenilen kim?
Söylemediler bize, bizden deneyimliler, hiç.
                       
8. yalnızlık
Yalnızlığı yazmayı denedim, yalnız bıraktı beni sözcükler.
Yalnızlığı çizmeyi denedim, aniden soldu renkler.
Yalnızlığı konuşmayı denedim, susturdu beni sözler. 
Yalnızlığı göstermek istedim, görmedi beni gözler.
Yalnızlığı yaşamak istedim, istemedi beni kimseler.
Anladım.
Yalnızlık yalnız yaşanırmış / meğer / Yalnız, yalnızlık yaşanırmış.
Yalın.

9.  yok çok / çok yok
Koşturur gibi yaşıyoruz ama bir yere gittiğimiz yok.
Koyu mavi derinliğine kapıldığımız sorular soruyoruz ama aldığımız bir yanıt, yok.
Gerçeklerden bunalıp hayallere dalıyoruz; uyandığımız yok.
Her gün, bir öncekinin sağlamasını yapıyoruz sanki, ama doğruyu bulabildiğimiz yok.
Bir dairenin çevresini dolaşmaya döndürmüşüz yaşamı ama başlangıcı yok, bitişi yok.
Yok, çok. Çok, yok.

10. herkesin herkeste aradığı
“Herkesin herkeste aradığı... Kimsenin kimsede bulamadığı…”
Herkes başkalarının hayatını yaşıyor sanki. Başkalarının sahip olduğu hayalleri, özlemleri…  Herkes başkasının yerinde hayal ediyor kendisini. Başkalarının rollerine özeniyor hayat tiyatrosunda. Herkesin dilinde ortak bir slogan, içine haykırdığı, dışarıdan kimsenin duymadığı : “Ben buraya ait değilim!”
Herkes boşaltıyor hayat tiyatrosundaki yerini. Boşalan yerleri başkaları dolduruyor. Başkaları boşalan yerleri… 

11. hayal küresi
“Hayal dediklerimiz, aslında hayal küremiz.”
Bir kürenin içinde yaşıyoruz çoğu zaman. Hayal küremizde. Küremizin camları mavi vitraylarla süslenmiş. Mavi, hayalin rengi. Gerçeğin ışıkları küremizden içeriye yansıdığında, küremizin hayal rengine bürünüyor oysa. Ya küremiz kırılırsa? Çocuk gibi ağlar mıyız oyuncağımıza?

12. dün, bugün, yarın
Dün: Anahtarı kayıp bir kutu.
Bugün: Anahtar ve anahtarın uymadığı bir kutu.
Yarın: Nereyi açacağı bilinmeyen bir anahtar.

13. alaycı / gerçekçi
Önce, pembe bulutlara sevdalı, alaycı bir çocuk vardı. Yayardı sınır tanımaz alaycılığını gerçekler üstüne. Gerçekçi ol, dediler kendisine. Direndi. Unutmayı denedi. Bazen de anımsamayı. Kişiliğime çok aykırı, bile diyebildi. Olmadı. Yorgun argın kabul etti gerçekleri. Ama… gerçekler… onu… kabul etmedi. Etmedi.
Sonra, kendisi gerçek oldu; gerçekler ise alaycı…

14. çığlık
Çığlık bir özlemdir / yanar içimde ateşi.
Çığlık bir kaçıştır  /  dönüşü aynı yere olan.
Çığlık bir kovalamacadır  /  kendimizden kaçarken kendimizi kovaladığımız.
Çığlık… kimsenin duymadığı, kimseden duyulmayan, kimsede kalmayan.

15. alışmak = unutmak
Her şey acı geliyor önce. Dayanamayız sanıyoruz. Aynı deneyimi defalarca yaşadığımız halde, “Bu defa çok zor! Diğerlerinden çok daha zor!” diyoruz. Hüzün papatyasının yapraklarını yoluyoruz: “Zor… Daha zor… Çok daha zor… Dayanamam.”
Yapraklar tükendiğinde acımız da tükenmiş oluyor ve “Alıştım.” diyoruz.
Hayatın çetin filozofları çektiğimiz onca sıkıntıya bir kulp takıveriyor: “İnsan zamanla alışıyor her şeye. Zaman en iyi ilaçtır.”
Alışmak… diye… bir şey yok… aslında.
Alışmak” dediğimiz unutmanın ta kendisi! Büsbütün unutmak!

16. yankı  (1)
İçime haykırıyorum hep dışımdakileri.
Bir yankı duvarına çarpmış gibi her söz,
Dışımdakilere karışıyor.
Tam da ortasındayım her şeyin / her anlamın.
Öncesiz ve sonrasız bir “orta”lık sanki bu.
Düğümlenmişim yaşamın yankısına.
Yankı! Yankı! Yankının geldiği yer,
Gerçekte, nerede saklı?

17. yankı  (2)
Sonsuz yankılar içinde yaşıyoruz yaşamımızı. İnsanlara bağırıyoruz; umutsuzluğa, yalnızlığa da… Tekdüzeliğe, mekanikleşmeye de… Bazen bir bakış, bir ima, bir düşünce, bir kinaye, hayal, istek… Geri dönen yankılarla uğraşmayı yaşam mücadelesi sanıyoruz çoğu zaman. Dört yanımız yankılarla dolu; bize çarpan, bizim çarptırdığımız…
Giden yankı, aynı olarak mı dönüyor bize / Bize çarpan yankı, aynı olarak mı dönüyor sahibine?
Sonsuz yankılar içinde yaşıyoruz yaşamı | yaşamı yaşıyoruz, içinde yankılar sonsuz

18.  uçurum
Uçurumunu yanında sürükleyen adam…
Bir uçurumu yanımda taşıdığımı hissediyorum. Bir gölge gibi. İlk yenilgide bu uçuruma atıveriyorum kendimi. Ölmüyorum. Geriye çıkmak acı veriyor çoğu zaman. Geriye çıkmak… Çıktığımda aynı kişi olup olmadığımı bilebilir miyim?

19. var
Dilimde düğümlenen bir şeyler var.
İçimde burkulan bir şeyler… 
Gözlerimde yanan hayaller var.
Kulaklarımda çınlayan sesler…
Ağzımda özlemlerin acımtırak tadı var.
Bileklerimi tutan soğuk eller…
Yürürken yollarda bıraktığım izler var.
Yazarken satırlarda bıraktığım ateşler…
Başına döndüğüm çok başlangıç var.
Bitişlerde bulduğum yeni başlangıçlar…
           
20. v i t r a y
Parça parça / ayrı / farklı renklerin oluşturduğu bütün: V i t r a y.
Aykırı renklerin aykırı uyumu; bütün sanılan şeyin, aslında öyle olmadığı: V i t r a y.
Parça - Bütün
Parçalanmış bütün.
Bütünleştirilmiş parçalar.
Yaşamın kendisi gibi.
Bin bir parçaya bölünüyoruz yaşamın vitrayında.
Renkler de olmasa…

21. hayalgezen
Gezgin… Gerçekleri gezmekten çok, hayalleri gezmeye özençli bir gezgin.
Yolun sonu yok. Gördüklerinin de… Gökyüzünün sınırı yok. Yerin de… Sınırsız hayal dünyasının sınır tanımayan hayalgezeni.
Her an her yerde. Her an her duyguda, düşüncede, hayalde. Sınırsız.
hayali gezen
hayalî gezen
hayalgezen

22.  yalnızca
Soğuk ellerimizle tuttuğumuz sıcak çay bardaklarında kaldı parmak izlerimiz. Yalnız yaşanan bir günbatımının birkaç dakikalık mutluluğuna terk ettik, sonuna kadar tutkunu olacağımıza ant içtiğimiz hayallerimizi. Her şeyden yorulduk şu hayat yolunda ama “geçmiş”i bugünde aramaktan yorulmadık. Bugünü eskitmekten de... Zaman ateşten bir rüzgar gibi geçip giderken biz kurumuş bir yaprak tuttuk o rüzgara, tekrar görüşebilmek adına.
Yalnızlık. Yalnızca. Yalın.

23. haykırış
Yaşamın ağır tortusu doluyor içime. Yaşam değil bu, yaşamdan arta kalan. Koyu ve ağır bir maden gibi çöküyor. Gözlerim ağır, sözlerim sağır. Bedenim tutuk, yüreğim soğuk. Birden alevlenen bir haykırma isteği, boşluğa ve kalabalıklar içindeki yalnızlığıma. Bağırmak istiyorum susmamacasına.

 24. uyan
uyan 
derin uykundan
zamansızlaştırdığın yerden
yersizleştirdiğin zamandan
uyan
derin uykundan
yarınsızlaştırdığın bugünden
bugünsüzleştirdiğin yarından
uyan
derin uykundan
saplandığın geçmişten
geçmişte saplandıklarından
uyan
seni yok duyan.

25. savrulum
Yaşamda sabitlediğim merkezden savruluyorum kimi zaman. Tanıdık, bildik ne varsa yabancılaşıyorum hepsine. Onlar da bana yabancılaşıyor. Bir savrulum bu, bayraklaştırdığım savlarımdan aşağıya, düşünce dünyamdan öteye, savaşımlarımdan köşeye… “Gerçekleri görebilmek için olaylara dışarıdan bakmak gerek.” denildiğini anımsarım bu savrulumlarda. Oysa dışarıdan bakmak ne kadar acı veriyor insana. Gerçekleri görmekten değil, gerçeklerden öteye savrulmuş olmaktan duyulan bir acı bu. Yoksa, insanların gerçek dediği şey, bu acı mıdır? Acı çektikleri her şeyi “gerçek” olarak mı algılıyor insanlar?
Gerçek, acıdır.
Acılar, gerçektir.
Ha! Ha! Ha!      |     aH! aH! aH!

26. savrulumdan arta kalan
Yaşayarak, göz nuru dökerek, emek vererek, savaşarak, gerektiğinde bedel ödeyerek elde ettiğiniz bütün birikimleriniz, kazanımlarınız, deneyimleriniz, düşünceleriniz, savlarınız, tanımlamalarınız, anlamlandırmalarınız, çözümlemeleriniz sizin giyecekleriniz olsa ve nereden estiği belirsiz bir yel alıp götürse hepsini. Çırılçıplak kalsanız ve savrulsanız o yelle birlikte. Size ait hiçbir şeyin kalmadığını düşünseniz, geçici bir süre için de olsa. Kuruntu bile olsa… Ne kalır ki geriye savrulumdan sonra?

27. dönüş
Bir kapının eşiğindeyim. Arkası karanlık ve dolambaçlı, biliyorum. Açsam mı açmasam mı, bilmiyorum. Eşikten başka gidecek yerim de yok. Eşikte kalmak istemiyorum. Bu kapı bir dönüş mü yoksa çıktığım yere. Çıktığım o yere dönecek cesaretim var mı? Cesaretle ilgili değil bu, başka bir şey… Söylemeye korkuyorum. Söylemeyeceğim. Benimle birlikte bir sır olsun. Bir kapının eşiğindeyim. Dilimde, dışarı çıkmamak için direnen bir sözcük, kapının ardında…

(2002 - 2004)