Yaşamın tortusu dökülür dilimden, kesit kesit.
1. renklerin seçimi /
seçimi rengimin
Siyahın asaleti, yeşilin özgürlüğü, sarının kibri, kırmızının şehveti, morun hüznü ne de grinin suskunluğu… Ben mavinin hayalperestliğini geçiriyorum ruhumun
üstüne...
2. kum saati / saatin
kumları
Yaşam bir kum saati, bizler de kum taneleri… Düşmek için
çıkıyoruz. Ne düşmek elimizde ne de çıkmak.
3. yalnız
kaldırımlardaki yalnızlık
Dakikaların yıl gibi olduğu anda, yıllar birer dakika oluyor
kaldırımlarda. Sevinç ve hüzün aynı kapta yoğruldu hep. Dostlar arasındaki
yalnızlığım bundandır.
4. yap-boz tahtasındaki
boz-yap
Yaşam, büyük bir yap-boz tahtası… Bizler, yap-boz tahtasının küçük
parçaları… Uyduruyoruz kendimizi, bize ayrılan yerlere. Uymayan taraflarımızı
törpülüyoruz bilerek / bilmeyerek. Törpülenen yerlerde hayallerimiz var oysa.
Bozup yeniden yaptıklarımız: boz-yap!
5. zamanın ateşle
dansı
Zaman, ateşten bir rüzgâr; ansızın geçiyor başımızdan. Ateş…
Yanıyor boş sayfalı günlüğümüz. Ateş… Yanıyor başka insanların yaşamlarında
bıraktığımız izler. Ateş… Yanıyor kendimize sorduğumuz sorular. Ateş… Yanıyor başkalarından
aldığımız yanıtlar. Ateş… Ve ateş… Ve ateş…
Başımızdan geçiyor ansızın; rüzgâr, bir ateşten zaman.
6. … gibi zannettiğimiz, zannettiğimiz gibi mi?
Uzaktaki tuzak, ”yakın”daki uzak gibi
Yakındaki uzak, iki tarafı keskin bıçak gibi
Keskin bıçak, kararsızlığın saplandığı batak gibi
Batak, çaresizliğe hazırlanan yatak gibi
Çaresizliğe hazırlanan yatak
Sanma ki barınak
Uzak sandığın tuzak,uzak kaldığın “yakın”daki keskin bıçak;
Gibi.
7. hep – hiç
“Yaşam, bir mücadele ve savaştır.” dediler bizlere, bizden
deneyimliler, hep.
Biz, hangi yönlerimizi bileyliyoruz kime?
Kim, hangi yönlerini bileyliyor bize?
Nerede bu savaş / Bu savaş nereye?
Kime karşı bu savaş / Bu savaşa karşı, kim?
Varsa bir savaş; kazanan kim, yenilen kim?
Söylemediler bize, bizden deneyimliler, hiç.
8. yalnızlık
Yalnızlığı yazmayı denedim, yalnız bıraktı beni sözcükler.
Yalnızlığı çizmeyi denedim, aniden soldu renkler.
Yalnızlığı konuşmayı denedim, susturdu beni sözler.
Yalnızlığı göstermek istedim, görmedi beni gözler.
Yalnızlığı yaşamak istedim, istemedi beni kimseler.
Anladım.
Yalnızlık yalnız yaşanırmış / meğer / Yalnız, yalnızlık
yaşanırmış.
Yalın.
9. yok çok / çok yok
Koşturur gibi yaşıyoruz ama bir yere gittiğimiz yok.
Koyu mavi derinliğine kapıldığımız sorular soruyoruz ama aldığımız
bir yanıt, yok.
Gerçeklerden bunalıp hayallere dalıyoruz; uyandığımız yok.
Her gün, bir öncekinin sağlamasını yapıyoruz sanki, ama doğruyu
bulabildiğimiz yok.
Bir dairenin çevresini dolaşmaya döndürmüşüz yaşamı ama başlangıcı
yok, bitişi yok.
Yok, çok. Çok, yok.
10. herkesin herkeste
aradığı
“Herkesin herkeste aradığı... Kimsenin kimsede bulamadığı…”
Herkes başkalarının hayatını yaşıyor sanki. Başkalarının sahip
olduğu hayalleri, özlemleri… Herkes başkasının yerinde hayal ediyor
kendisini. Başkalarının rollerine özeniyor hayat tiyatrosunda. Herkesin dilinde
ortak bir slogan, içine haykırdığı, dışarıdan kimsenin duymadığı : “Ben buraya
ait değilim!”
Herkes boşaltıyor hayat tiyatrosundaki yerini. Boşalan yerleri
başkaları dolduruyor. Başkaları boşalan yerleri…
11. hayal
küresi
“Hayal dediklerimiz, aslında hayal küremiz.”
Bir kürenin içinde yaşıyoruz çoğu zaman. Hayal küremizde. Küremizin
camları mavi vitraylarla
süslenmiş. Mavi, hayalin rengi. Gerçeğin ışıkları
küremizden içeriye yansıdığında, küremizin hayal rengine bürünüyor oysa. Ya küremiz kırılırsa? Çocuk gibi ağlar mıyız oyuncağımıza?
12. dün,
bugün, yarın
Dün: Anahtarı kayıp bir kutu.
Bugün: Anahtar ve anahtarın uymadığı bir kutu.
Yarın: Nereyi açacağı bilinmeyen bir anahtar.
13. alaycı / gerçekçi
Önce, pembe bulutlara sevdalı, alaycı bir çocuk vardı. Yayardı
sınır tanımaz alaycılığını gerçekler üstüne. Gerçekçi ol, dediler kendisine.
Direndi. Unutmayı denedi. Bazen de anımsamayı. Kişiliğime çok aykırı, bile diyebildi. Olmadı. Yorgun argın kabul etti
gerçekleri. Ama… gerçekler… onu… kabul
etmedi. Etmedi.
Sonra, kendisi gerçek oldu; gerçekler ise alaycı…
14. çığlık
Çığlık bir özlemdir / yanar içimde ateşi.
Çığlık bir kaçıştır / dönüşü aynı yere olan.
Çığlık bir kovalamacadır / kendimizden kaçarken
kendimizi kovaladığımız.
Çığlık… kimsenin duymadığı, kimseden duyulmayan, kimsede kalmayan.
15. alışmak = unutmak
Her şey acı geliyor önce. Dayanamayız sanıyoruz. Aynı deneyimi
defalarca yaşadığımız halde, “Bu defa çok zor! Diğerlerinden çok daha zor!”
diyoruz. Hüzün papatyasının yapraklarını yoluyoruz: “Zor… Daha zor… Çok daha
zor… Dayanamam.”
Yapraklar tükendiğinde acımız da tükenmiş oluyor ve “Alıştım.”
diyoruz.
Hayatın çetin filozofları çektiğimiz onca sıkıntıya bir kulp
takıveriyor: “İnsan zamanla alışıyor her şeye. Zaman en iyi ilaçtır.”
Alışmak… diye… bir şey yok… aslında.
“Alışmak” dediğimiz unutmanın ta kendisi! Büsbütün
unutmak!
16. yankı
(1)
İçime haykırıyorum hep dışımdakileri.
Bir yankı duvarına çarpmış gibi her söz,
Dışımdakilere karışıyor.
Tam da ortasındayım her şeyin / her anlamın.
Öncesiz ve sonrasız bir “orta”lık sanki bu.
Düğümlenmişim yaşamın yankısına.
Yankı! Yankı! Yankının geldiği yer,
Gerçekte, nerede saklı?
17. yankı (2)
Sonsuz yankılar içinde yaşıyoruz yaşamımızı. İnsanlara
bağırıyoruz; umutsuzluğa, yalnızlığa da… Tekdüzeliğe, mekanikleşmeye de… Bazen
bir bakış, bir ima, bir düşünce, bir kinaye, hayal, istek… Geri
dönen yankılarla uğraşmayı yaşam mücadelesi sanıyoruz çoğu zaman. Dört yanımız
yankılarla dolu; bize çarpan, bizim çarptırdığımız…
Giden yankı, aynı olarak mı dönüyor bize / Bize çarpan yankı, aynı
olarak mı dönüyor sahibine?
Sonsuz yankılar içinde yaşıyoruz yaşamı | yaşamı yaşıyoruz,
içinde yankılar sonsuz
18. uçurum
Uçurumunu yanında sürükleyen adam…
Bir uçurumu yanımda taşıdığımı hissediyorum. Bir gölge gibi. İlk
yenilgide bu uçuruma atıveriyorum kendimi. Ölmüyorum. Geriye çıkmak acı veriyor
çoğu zaman. Geriye çıkmak…
Çıktığımda
aynı kişi olup olmadığımı bilebilir miyim?
19. var
Dilimde düğümlenen bir şeyler var.
İçimde burkulan bir şeyler…
Gözlerimde yanan hayaller var.
Kulaklarımda çınlayan sesler…
Ağzımda özlemlerin acımtırak tadı var.
Bileklerimi tutan soğuk eller…
Yürürken yollarda bıraktığım izler var.
Yazarken satırlarda bıraktığım ateşler…
…
Başına döndüğüm çok başlangıç var.
Bitişlerde bulduğum yeni başlangıçlar…
20. v i t r a y
Parça parça / ayrı / farklı renklerin
oluşturduğu bütün: V i t r a y.
Aykırı
renklerin aykırı uyumu; bütün sanılan şeyin, aslında öyle olmadığı: V i t r
a y.
Parça -
Bütün
Parçalanmış bütün.
Bütünleştirilmiş parçalar.
Yaşamın kendisi gibi.
Bin bir parçaya bölünüyoruz yaşamın vitrayında.
Renkler de olmasa…
21. hayalgezen
Gezgin… Gerçekleri gezmekten çok, hayalleri gezmeye özençli bir
gezgin.
Yolun sonu yok. Gördüklerinin de… Gökyüzünün sınırı yok. Yerin de…
Sınırsız hayal dünyasının sınır tanımayan hayalgezeni.
Her an her yerde. Her an her duyguda, düşüncede, hayalde.
Sınırsız.
hayali gezen
hayalî gezen
hayalgezen
22. yalnızca
Soğuk ellerimizle tuttuğumuz sıcak çay bardaklarında kaldı parmak
izlerimiz. Yalnız yaşanan bir günbatımının birkaç dakikalık mutluluğuna terk
ettik, sonuna kadar tutkunu olacağımıza ant içtiğimiz hayallerimizi. Her şeyden
yorulduk şu hayat yolunda ama “geçmiş”i bugünde aramaktan yorulmadık. Bugünü
eskitmekten de... Zaman ateşten bir
rüzgar gibi geçip giderken biz kurumuş bir yaprak tuttuk o rüzgara, tekrar
görüşebilmek adına.
Yalnızlık. Yalnızca. Yalın.
23. haykırış
Yaşamın ağır tortusu doluyor içime. Yaşam değil bu, yaşamdan arta
kalan. Koyu ve ağır bir maden gibi çöküyor. Gözlerim ağır, sözlerim sağır.
Bedenim tutuk, yüreğim soğuk. Birden alevlenen bir haykırma isteği, boşluğa ve
kalabalıklar içindeki yalnızlığıma. Bağırmak istiyorum susmamacasına.
24. uyan
uyan
derin uykundan
zamansızlaştırdığın yerden
yersizleştirdiğin zamandan
uyan
derin uykundan
yarınsızlaştırdığın bugünden
bugünsüzleştirdiğin yarından
uyan
derin uykundan
saplandığın geçmişten
geçmişte saplandıklarından
uyan
seni yok duyan.
25. savrulum
Yaşamda sabitlediğim merkezden savruluyorum kimi zaman. Tanıdık,
bildik ne varsa yabancılaşıyorum hepsine. Onlar da bana yabancılaşıyor. Bir
savrulum bu, bayraklaştırdığım savlarımdan aşağıya, düşünce dünyamdan öteye, savaşımlarımdan
köşeye… “Gerçekleri görebilmek için olaylara dışarıdan bakmak gerek.”
denildiğini anımsarım bu savrulumlarda. Oysa dışarıdan bakmak ne kadar acı
veriyor insana. Gerçekleri görmekten değil, gerçeklerden öteye savrulmuş
olmaktan duyulan bir acı bu. Yoksa, insanların
gerçek dediği şey, bu acı mıdır? Acı çektikleri her şeyi “gerçek” olarak mı
algılıyor insanlar?
Gerçek, acıdır.
Acılar, gerçektir.
Ha! Ha! Ha! | aH!
aH! aH!
26. savrulumdan arta kalan
Yaşayarak,
göz nuru dökerek, emek vererek, savaşarak, gerektiğinde bedel ödeyerek elde
ettiğiniz bütün birikimleriniz, kazanımlarınız, deneyimleriniz, düşünceleriniz,
savlarınız, tanımlamalarınız, anlamlandırmalarınız, çözümlemeleriniz sizin giyecekleriniz
olsa ve nereden estiği belirsiz bir yel alıp götürse hepsini. Çırılçıplak
kalsanız ve savrulsanız o yelle birlikte. Size ait hiçbir şeyin kalmadığını
düşünseniz, geçici bir süre için de olsa. Kuruntu bile olsa… Ne kalır ki geriye savrulumdan sonra?
27. dönüş
Bir kapının eşiğindeyim. Arkası karanlık ve dolambaçlı, biliyorum.
Açsam mı açmasam mı, bilmiyorum. Eşikten başka gidecek yerim de yok. Eşikte
kalmak istemiyorum. Bu kapı bir dönüş mü yoksa çıktığım yere. Çıktığım o yere
dönecek cesaretim var mı? Cesaretle ilgili değil bu, başka bir şey… Söylemeye
korkuyorum. Söylemeyeceğim. Benimle birlikte bir sır olsun. Bir kapının
eşiğindeyim. Dilimde, dışarı çıkmamak için direnen bir sözcük, kapının ardında…
(2002 - 2004)