Yitik sözcüklerin ardında kalan,
Kör bir karanlıktır, artık uyan!
Uyandığında oda
karanlıktı, kapkaranlık. Gün henüz ağarmamıştı. Yattığı yerden doğruldu, elinin
tersiyle alnındaki teri sildi. Uzunca bir süre gözlerinin karanlığa alışmasını
bekledi. Başında garip bir ağrı, kulaklarında çınlama vardı. Boş gözlerle odasına
baktı önce. Yatağın sol tarafında demir ayaklı masası, masanın üstünde boş bir
sürahi, su dolu bir bardak, 12’de takılıp kalmış bir saat, dağınık halde duran
kağıtlar, başlığı olmayan bir dolmakalem, ağzı açık unutulmuş bir mürekkep
hokkası, her oturuşta gıcırdayan tahta sandalyesi.
Başını ellerinin
arasına aldı. Uykulu gözleri, el yapımı halının alacakaranlıkta değişik
biçimlere bürünen desenlerine takıldı bir süre. Her nesne bir gölge gibiydi,
sanki başka bir dünyadan oraya yansıyan gölgeler...
Halının orta kısmını
karadeliği andıran bir karanlık kaplamıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bu
karanlık çemberin ortasında bir kitap olduğunu fark etti. Önemsemedi. İçinde
anlam veremediği bir sıkıntı vardı. Yüreğini demirden bir pençe sıkıyor;
damarlarında kan yerine erimiş kurşun akıyordu sanki. Gözlerinin önüne bir
perde çekilmiş gibiydi. Kara tülden bir perde. Kara, kapkara…
Ayağa kalktı. Bütün
bedeni, saatlerce ayakta kalmış gibi yorgun ve bitkindi. Her yerde derin bir
sessizlik vardı. Bu sessizlik onu çılgına çeviriyordu. Sessizliği yırtmak için tiviyi açtı. Bir müzik kanalı live & weekend adlı bir izlencenin tekrarını
veriyordu :
– Merhaba live & weekend dostları. Bu haftaki konuğum gençlerin
yeni idolü olmaya
hazırlanan ................... . Kendisine soracağımız interesting sorularla programımıza start veriyoruz. Sizce pop müzik
dinleyicisinin yeni trendleri
nelerdir?
– Yeni jenerasyon artık yepyeni saundlar arıyor. Ben de bu trendlere uygun new style müzikler yapıyorum. Non-stop müzik olayı.
– Son hit parçanızı çok demode bulanlar var. Şarkıda detone olduğunuz söyleniyor.
– Kendi perspektifleri. Bence olaya sübjektif bakıyorlar. Kıskanma olayı.
– Boy friend var mı, boy friend?
– Ooo yov hayır! aşk olayı bana uzak. Free olmayı seviyorum. Free girl olayı yani.
Tiviyi kapatıp mutfağa
geçti. Buzdolabının kapısına yapıştırılmış bir post-it kağıdı gördü. Ev arkadaşı, Shopping Center’den marketing yapacağını, bu yüzden biraz para
bırakmasını istiyordu. Kendisi full-time çalışıyordu. Ev arkadaşı part-time çalıştığı için bu görev onundu.
Mutfak penceresinin
önüne bir sandalye çekti. Gökyüzünün karanlıktan koyu maviliğe çalan rengini
izledi uzun süre. Hiçbir şey düşünmüyor, yalnızca gökyüzüne bakıyordu. Boş
bakışlar, boş, bomboş...
Gün yavaş yavaş
ağarmaya başlamıştı. Evden çıkmak için hazırlanmalıydı. New creation bir takım elbise giydi, laptopunu aldı, ayakkabılığın
üstüne biraz para bıraktı ve evden çıktı.
Yeni işine bir türlü adapte olamamıştı. CVsinde uzmanlık alanını açıkça deklare etmesine rağmen kendisine bambaşka bir
iş verilmişti. Bu işi çok monoton buluyordu. Departmanında kafa dengi kimse
yoktu ve bu yüzden relaks olamıyordu. Ona ”İş dünyasının realitesi bu, alış alış.”
deniyordu. O ise, susuyordu.
İşe gitmeden önce Fast-Food’a uğrayıp bir şeyler
yemek istedi. İçeriye girdi, special
mönüden bir yiyecek seçti. O an açık olan tiviye
baktı. Sabah haberlerinde spiker ve izlence konuğu konuşuyorlardı:
– İdeolojilerdeki
enternasyonal transformasyon sosyalizan trendlerde de bir neo-dialektiği, bir reformist
mantaliteyi programlaştırmaktadır.
– Argümanlarınızı
anladık. Peki, bugünkü konjonktürel yapıdaki illegal oluşumları hangi konsept
içerisinde değerlendirebiliriz? Legal ve illegal oluşumların bir konsensüse
varmasını beklemek doğru mu? Bu, siyasi etik açısından yanlış değil mi? Bu
konuda belli kriterler var mı?
– Bu konuda bir enternasyonal prezentasyon gerçekleştirildi. Onu esas alarak
konunun detaylarına
girelim: Spekülatif ve spesifik açıdan bakıldığında bu konuda bir entegrasyon beklemek yanlıştır. Durum, kendi trendlerini karşı tarafa empoze etme biçimine dönüşebilir.
Yorumları dinlerken
çayını içti. Alışkanlığı dışında, ekstradan
bir fincan da kahve yudumladı. Saatine baktı, kalkması gerektiğini anladı. Adisyonu ödeyerek dükkândan
çıktı ve otobüse bindi. İşe giderken en çok sevdiği şey billboardlara bakmaktı. Mega kentin kozmopolit yapısı içinde herkese hitap eden advertoriallar görmek mümkündü.
Uzun bir yolculuktan
sonra Global Tower’daki iş
yerine vardı. Kapıdaki Private
Security’e kartını check ettirdikten sonra shopların önünden geçerek
çalıştığı departmana
girdi. Kendisinden başka kimse yoktu. Biraz sonra departmanın ful dolacağını biliyordu. Bu yüzden
biraz web'e baktı. E-maillerini okudu. Bazılarını forwardladı, hoşuna giden
birkaç wallpaperı laptopuna download etti. Tam bu sırada bir arkadaşının online olduğunu gördü ve onunla biraz chat yapmak istedi; fakat yazacak bir şey
bulamadı. Bu arada, departmanın
çalışanları bir bir gelmeye başlamış, içerisi iyice fullenmişti.
Çalıştığı departmana, komünikasyon modernizasyonu konusunda proje üretme görevi verilmişti. O ise, işin prosedürünü bile bilmiyordu. Koordinasyon şefine, başka bir departmanda çalışmak istediğini deklare etmişti. Defalarca polemik yaşanmasına rağmen hiçbir şey
değişmemişti. Üstelik, gösterdiği bu antipatik reaksiyonların ona işini
kaybettireceği bile söylenmişti.
Tam bunları
düşünürken, geveze partnerinin
kendisine seslendiğini duydu:
– Yine pesimist misin be adamım?
– ...
– Dün yolladığım eSeMeS’e yanıt vermedin!
– ...
– Bak adamım,
senin bu pesimist perspektifin
buradaki ambiyansı olumsuz
etkiliyor. “Demedi.” deme. Biraz sempatik olmaya çalış. Bu mantaliteyle gidersen marjinal kalırsın. Sana söylenenleri dinle bir
kere. Ne bileyim, kendine bir girl
friend falan bul. O da
olmazsa, biraz materyalist olmayı dene. Okey? Burada eS.O.eS. bekleyen bir sürü sorun Var. Yaşamını rölantiye almaktan vazgeç!
– ...
Geveze partneri ona akıl verirken o
her zamanki gibi susuyor; ağzından tek bir sözcük bile çıkmıyordu. Onun absürd savlarını dinlemekten usanmıştı artık.
Tam bu sırada, her gün aynı şeyleri yaşıyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Buna
karşın içinde hiç durmadan derinleşen ve koyulaşan bir belirsizliğin kabararak
artmakta olduğunu hissediyordu.
Sıradanlaşmış yaşamı
bir yapboz tahtasını andırıyordu. Her an bir parça eksiliyordu sanki. Yaşama
bütüncül bir gözle bakamıyordu. Bu sorunların nedenlerini bilmiyordu.
Soramıyordu. Sorgulayamıyordu. Yaşamı, soluk alıp vermekle sınırlanmış gibiydi.
Damarlarındaki kanı çekilmiş, beyni kuraklaşmış, yüreği donmuştu sanki.
Nedenleri arayıp bulmak adına bir an için kendisinde güç bulduğunda yine
değişen bir şey olmuyordu. Sanki dipsiz bir kuyuya taşlar atıyor ve oradan ses
bekliyordu: Ses... ses... ses... sss... sus... sus... sus...
Zihni bu sorunlarla
uğraşırken gözünün önünde bir karanlık belirmeye başladı. Gözlerini iyice
ovuşturdu. Her zamanki karanlık tülün gözlerinin önüne çekildiğini sandı.
Gözlerini her ovuşturuşunda kaybolan bu karaltı, o an yok olmadı. Bu seferkinin
bir yanılsama olmadığını anladı. Bunun üzerine biraz telaşlandı ve
çevresindekilere baktı. Sanki hiç kimse o karanlığı fark etmiyordu. ”Baksanıza,
bir karanlık var orada! Nedir bu? Niye konuşmuyorsunuz, niye tepki
vermiyorsunuz?” diyecek oldu, diyemedi. O karanlığı yalnızca kendisinin
gördüğünü anlaması uzun sürmedi.
Karanlık gittikçe
yayılıyordu. Bir toz bulutu gibi genişliyor, genişliyordu. Bir süre sonra, bu
karanlık toz bulutu tam orta yerinden içe doğru dönmeye başladı, bir karadelik
gibi. Gittikçe artan bir hızla dönüyordu. Sonra, çevresindeki her şeyi bir bir
içine çekmeye başladı. Oturduğu masadan gördüğü herkes ve her şey bir tablo
gibi donmuştu. Bu karanlık çekim o kadar güçlüydü ki her şeyi o tablodan
kopartarak içine alıyordu. Her şey ve herkes karadeliğin içine çekiliyordu, computerler, printerler, scannerler, dokümanlar, ekipman, fax, designer, security... Her şey ve herkes.
Sıra kendisine
gelmişti. O ise, olayın dehşeti içinde suskun ve hareketsiz kalmıştı. Olan
biteni çaresizce izliyordu. Koltuğunun kolçaklarına sıkıca yapışmıştı. Fakat,
çekim çok güçlüydü. Bu yüzden başı uyuşmaya başlamıştı. Başından bir şeylerin
sürekli çekildiğini hissediyordu. Bilincini yitirmek üzereydi. İyice
sersemlemişti. Artık dayanamadı. Gücünün tükendiği, bilincinin iyice zayıfladığı
anda her yer karardı.
Kapkara bir boşluk...
Bomboş bir karanlık...
Bilinci biraz olsun
yerine gelir gibi oldu. Nerede bulunduğunu, ne kadar süre geçtiğini
anlayamıyordu. Her yer karanlıktı. Gözleri en küçük bir şeyi, bir kıpırtıyı,
bir ışığı seçemiyordu. Hiçbir ses duymuyordu. Bağırmak istedi. Bağıramadı.
Ağzından tek bir sözcük bile çıkmadı. Çıldırmak üzereydi. Bomboş bir karanlık
içinde karanlık bir boşluğa düşüyordu.
Bir süre sonra çok
kısık bir ses duymaya başladı. Evet bir ses! Ses! Nereden geldiğini anlamaya,
dikkatini o sese vermeye çalıştı. Çok derinden gelen, belli belirsiz bir sesti
bu. O düştükçe sesin şiddeti artıyordu. İlk başta bir sinek vızıltısını andıran
bu ses, artık kulak zarını patlatacak duruma gelmişti. Şiddeti sürekli artan bu
sesle birlikte döne döne düşüyordu. Gözlerini sımsıkı yummuştu. Başı ağrıdan
çatlamak üzereydi; kulak zarları uğultudan yırtılmak…
Düştü. Düştü. Düştü.
Düştü.
En sonunda yüksek bir
hızla yere çakıldı. Yere çarpar çarpmaz kulağında çınlayan bir sesle birden
bire sıçradı ve gözlerini açtı.
Uyandığında oda
karanlıktı, kapkaranlık. Gün henüz ağarmamıştı. Yattığı yerden doğruldu, elinin
tersiyle alnındaki teri sildi. Uzunca bir süre gözlerinin karanlığa alışmasını
bekledi. Başında garip bir ağrı, kulaklarında çınlama vardı. Boş gözlerle
odasına baktı önce. Yatağın sol tarafında demir ayaklı masası, masanın üstünde
boş bir sürahi, su dolu bir bardak, 12’de takılıp kalmış bir saat, dağınık
halde duran kağıtlar, başlığı olmayan bir dolmakalem, ağzı açık unutulmuş bir mürekkep
hokkası, her oturuşta gıcırdayan tahta sandalyesi.
Başını ellerinin
arasına aldı. Uykulu gözleri, el yapımı halının alacakaranlıkta değişik
biçimlere bürünen desenlerine takıldı bir süre. Her nesne bir gölge gibiydi,
sanki başka bir dünyadan oraya yansıyan gölgeler...
Halının orta kısmını
karadeliği andıran bir karanlık kaplamıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bu
karanlık çemberin ortasında bir kitap olduğunu fark etti. Bu anı daha önce
yaşamış gibi oldu. Önemsedi. Aklını toplamaya çalıştı. Biraz daha gayret edince
zihni yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Ayağa kalktı. Halının ortasındaki
kitabı eline aldı. Kara kaplı kitabın ilk sayfasını çevirdi. Açtığı sayfada iki
satırlık bir yazı vardı. Her yer karanlık olduğu için yazıyı tam olarak
okuyamıyordu. Gözleri karanlığa iyice alışınca yazıyı zar zor okudu:
“Yitik sözcüklerin
ardında kalan
Kör bir
karanlıktır, artık uyan!”
Uyan! Uyan! Uyan!
Kulağındaki çınlama, bu sözcüğün sürekli tekrarlanması gibiydi. Biraz bekledi
ve bu çınlayan sesi anlayabilmek için dikkatini toplamaya çalıştı. Bir plağın
belirli yerde takılıp kalması gibi hep aynı şey tekrarlanıyordu. Kendisini
zorladı, zorladı. Kitaptaki yazıyı bir kez daha okuyarak dikkatini iyice
yoğunlaştırdı. En sonunda, çınlama sesi anlam kazandı :
Uyan, derin uykundan!
Uyan, derin uykundan!
Uyan, kör karanlıktan!
Uyan, seni yok duyan!
Hemen odasının ışığını
açtı. Tahta sandalyesine oturdu. Bardaktaki suyu kana kana içti. 12’de takılıp
kalmış olan saati kurdu. Dolmakalemine hokkadan mürekkep doldurdu, dağınık halde
duran kağıtları önüne doğru çekti. Ve... Bu öyküyü yazdı.
(2004)