26 Şubat 2012

KARANLIK ÖYKÜ


Yitik sözcüklerin ardında kalan, 
Kör bir karanlıktır, artık uyan!



Uyandığında oda karanlıktı, kapkaranlık. Gün henüz ağarmamıştı. Yattığı yerden doğruldu, elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Uzunca bir süre gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Başında garip bir ağrı, kulaklarında çınlama vardı. Boş gözlerle odasına baktı önce. Yatağın sol tarafında demir ayaklı masası, masanın üstünde boş bir sürahi, su dolu bir bardak, 12’de takılıp kalmış bir saat, dağınık halde duran kağıtlar, başlığı olmayan bir dolmakalem, ağzı açık unutulmuş bir mürekkep hokkası, her oturuşta gıcırdayan tahta sandalyesi.
Başını ellerinin arasına aldı. Uykulu gözleri, el yapımı halının alacakaranlıkta değişik biçimlere bürünen desenlerine takıldı bir süre. Her nesne bir gölge gibiydi, sanki başka bir dünyadan oraya yansıyan gölgeler...
Halının orta kısmını karadeliği andıran bir karanlık kaplamıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bu karanlık çemberin ortasında bir kitap olduğunu fark etti. Önemsemedi. İçinde anlam veremediği bir sıkıntı vardı. Yüreğini demirden bir pençe sıkıyor; damarlarında kan yerine erimiş kurşun akıyordu sanki. Gözlerinin önüne bir perde çekilmiş gibiydi. Kara tülden bir perde. Kara, kapkara…
Ayağa kalktı. Bütün bedeni, saatlerce ayakta kalmış gibi yorgun ve bitkindi. Her yerde derin bir sessizlik vardı. Bu sessizlik onu çılgına çeviriyordu. Sessizliği yırtmak için tiviyi açtı. Bir müzik kanalı live & weekend adlı bir izlencenin tekrarını veriyordu :
– Merhaba live & weekend dostları. Bu haftaki konuğum gençlerin yeni idolü olmaya hazırlanan ................... . Kendisine soracağımız interesting sorularla programımıza start veriyoruz. Sizce pop müzik dinleyicisinin yeni trendleri nelerdir?
– Yeni jenerasyon artık yepyeni saundlar arıyor. Ben de bu trendlere uygun new style müzikler yapıyorum. Non-stop müzik olayı.
 – Son hit parçanızı çok demode bulanlar var. Şarkıda detone olduğunuz söyleniyor.
– Kendi perspektifleri. Bence olaya sübjektif bakıyorlar. Kıskanma olayı.
– Boy friend var mı, boy friend?
– Ooo yov hayır! aşk olayı bana uzak. Free olmayı seviyorum. Free girl olayı yani.
Tiviyi kapatıp mutfağa geçti. Buzdolabının kapısına yapıştırılmış bir post-it kağıdı gördü. Ev arkadaşı, Shopping Center’den marketing yapacağını, bu yüzden biraz para bırakmasını istiyordu. Kendisi full-time çalışıyordu. Ev arkadaşı part-time çalıştığı için bu görev onundu.
Mutfak penceresinin önüne bir sandalye çekti. Gökyüzünün karanlıktan koyu maviliğe çalan rengini izledi uzun süre. Hiçbir şey düşünmüyor, yalnızca gökyüzüne bakıyordu. Boş bakışlar, boş, bomboş...
Gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Evden çıkmak için hazırlanmalıydı. New creation bir takım elbise giydi, laptopunu aldı, ayakkabılığın üstüne biraz para bıraktı ve evden çıktı.
Yeni işine bir türlü adapte olamamıştı. CVsinde uzmanlık alanını açıkça deklare etmesine rağmen kendisine bambaşka bir iş verilmişti. Bu işi çok monoton buluyordu. Departmanında kafa dengi kimse yoktu ve bu yüzden relaks olamıyordu. Ona ”İş dünyasının realitesi bu, alış alış.” deniyordu. O ise, susuyordu.
İşe gitmeden önce Fast-Food’a uğrayıp bir şeyler yemek istedi. İçeriye girdi, special mönüden bir yiyecek seçti. O an açık olan tiviye baktı. Sabah haberlerinde spiker ve izlence konuğu konuşuyorlardı:
– İdeolojilerdeki enternasyonal transformasyon sosyalizan trendlerde de bir neo-dialektiği, bir reformist mantaliteyi programlaştırmaktadır.
– Argümanlarınızı anladık. Peki, bugünkü konjonktürel yapıdaki illegal oluşumları hangi konsept içerisinde değerlendirebiliriz? Legal ve illegal oluşumların bir konsensüse varmasını beklemek doğru mu? Bu, siyasi etik açısından yanlış değil mi? Bu konuda belli kriterler var mı?
– Bu konuda bir enternasyonal prezentasyon gerçekleştirildi. Onu esas alarak konunun detaylarına girelim: Spekülatif ve spesifik açıdan bakıldığında bu konuda bir entegrasyon beklemek yanlıştır. Durum, kendi trendlerini karşı tarafa empoze etme biçimine dönüşebilir.
Yorumları dinlerken çayını içti. Alışkanlığı dışında, ekstradan bir fincan da kahve yudumladı. Saatine baktı, kalkması gerektiğini anladı. Adisyonu ödeyerek dükkândan çıktı ve otobüse bindi. İşe giderken en çok sevdiği şey billboardlara bakmaktı. Mega kentin kozmopolit yapısı içinde herkese hitap eden advertoriallar görmek mümkündü.
Uzun bir yolculuktan sonra Global Tower’daki iş yerine vardı. Kapıdaki Private Security’e kartını check ettirdikten sonra shopların önünden geçerek çalıştığı departmana girdi. Kendisinden başka kimse yoktu. Biraz sonra departmanın ful dolacağını biliyordu. Bu yüzden biraz web'e baktı. E-maillerini okudu. Bazılarını forwardladı, hoşuna giden birkaç wallpaperı laptopuna download etti. Tam bu sırada bir arkadaşının online olduğunu gördü ve onunla biraz chat yapmak istedi; fakat yazacak bir şey bulamadı. Bu arada, departmanın çalışanları bir bir gelmeye başlamış, içerisi iyice fullenmişti.
Çalıştığı departmana, komünikasyon modernizasyonu konusunda proje üretme görevi verilmişti. O ise, işin prosedürünü bile bilmiyordu. Koordinasyon şefine, başka bir departmanda çalışmak istediğini deklare etmişti. Defalarca polemik yaşanmasına rağmen hiçbir şey değişmemişti. Üstelik, gösterdiği bu antipatik reaksiyonların ona işini kaybettireceği bile söylenmişti.
Tam bunları düşünürken, geveze partnerinin kendisine seslendiğini duydu:
– Yine pesimist misin be adamım?
– ...
– Dün yolladığım eSeMeS’e yanıt vermedin!
– ...
– Bak adamım, senin bu pesimist perspektifin buradaki ambiyansı olumsuz etkiliyor. “Demedi.” deme. Biraz sempatik olmaya çalış. Bu mantaliteyle gidersen marjinal kalırsın. Sana söylenenleri dinle bir kere. Ne bileyim, kendine bir girl friend falan bul. O da olmazsa, biraz materyalist olmayı dene. Okey? Burada eS.O.eS. bekleyen bir sürü sorun Var. Yaşamını rölantiye almaktan vazgeç!
– ...
Geveze partneri ona akıl verirken o her zamanki gibi susuyor; ağzından tek bir sözcük bile çıkmıyordu. Onun absürd savlarını dinlemekten usanmıştı artık. Tam bu sırada, her gün aynı şeyleri yaşıyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Buna karşın içinde hiç durmadan derinleşen ve koyulaşan bir belirsizliğin kabararak artmakta olduğunu hissediyordu.
Sıradanlaşmış yaşamı bir yapboz tahtasını andırıyordu. Her an bir parça eksiliyordu sanki. Yaşama bütüncül bir gözle bakamıyordu. Bu sorunların nedenlerini bilmiyordu. Soramıyordu. Sorgulayamıyordu. Yaşamı, soluk alıp vermekle sınırlanmış gibiydi. Damarlarındaki kanı çekilmiş, beyni kuraklaşmış, yüreği donmuştu sanki. Nedenleri arayıp bulmak adına bir an için kendisinde güç bulduğunda yine değişen bir şey olmuyordu. Sanki dipsiz bir kuyuya taşlar atıyor ve oradan ses bekliyordu: Ses... ses... ses... sss... sus... sus... sus...
Zihni bu sorunlarla uğraşırken gözünün önünde bir karanlık belirmeye başladı. Gözlerini iyice ovuşturdu. Her zamanki karanlık tülün gözlerinin önüne çekildiğini sandı. Gözlerini her ovuşturuşunda kaybolan bu karaltı, o an yok olmadı. Bu seferkinin bir yanılsama olmadığını anladı. Bunun üzerine biraz telaşlandı ve çevresindekilere baktı. Sanki hiç kimse o karanlığı fark etmiyordu. ”Baksanıza, bir karanlık var orada! Nedir bu? Niye konuşmuyorsunuz, niye tepki vermiyorsunuz?” diyecek oldu, diyemedi. O karanlığı yalnızca kendisinin gördüğünü anlaması uzun sürmedi.
Karanlık gittikçe yayılıyordu. Bir toz bulutu gibi genişliyor, genişliyordu. Bir süre sonra, bu karanlık toz bulutu tam orta yerinden içe doğru dönmeye başladı, bir karadelik gibi. Gittikçe artan bir hızla dönüyordu. Sonra, çevresindeki her şeyi bir bir içine çekmeye başladı. Oturduğu masadan gördüğü herkes ve her şey bir tablo gibi donmuştu. Bu karanlık çekim o kadar güçlüydü ki her şeyi o tablodan kopartarak içine alıyordu. Her şey ve herkes karadeliğin içine çekiliyordu, computerler, printerler, scannerler, dokümanlar, ekipman, fax, designer, security... Her şey ve herkes.
Sıra kendisine gelmişti. O ise, olayın dehşeti içinde suskun ve hareketsiz kalmıştı. Olan biteni çaresizce izliyordu. Koltuğunun kolçaklarına sıkıca yapışmıştı. Fakat, çekim çok güçlüydü. Bu yüzden başı uyuşmaya başlamıştı. Başından bir şeylerin sürekli çekildiğini hissediyordu. Bilincini yitirmek üzereydi. İyice sersemlemişti. Artık dayanamadı. Gücünün tükendiği, bilincinin iyice zayıfladığı anda her yer karardı.
Kapkara bir boşluk...
Bomboş bir karanlık...
Bilinci biraz olsun yerine gelir gibi oldu. Nerede bulunduğunu, ne kadar süre geçtiğini anlayamıyordu. Her yer karanlıktı. Gözleri en küçük bir şeyi, bir kıpırtıyı, bir ışığı seçemiyordu. Hiçbir ses duymuyordu. Bağırmak istedi. Bağıramadı. Ağzından tek bir sözcük bile çıkmadı. Çıldırmak üzereydi. Bomboş bir karanlık içinde karanlık bir boşluğa düşüyordu.
Bir süre sonra çok kısık bir ses duymaya başladı. Evet bir ses! Ses! Nereden geldiğini anlamaya, dikkatini o sese vermeye çalıştı. Çok derinden gelen, belli belirsiz bir sesti bu. O düştükçe sesin şiddeti artıyordu. İlk başta bir sinek vızıltısını andıran bu ses, artık kulak zarını patlatacak duruma gelmişti. Şiddeti sürekli artan bu sesle birlikte döne döne düşüyordu. Gözlerini sımsıkı yummuştu. Başı ağrıdan çatlamak üzereydi; kulak zarları uğultudan yırtılmak…
Düştü. Düştü. Düştü.
Düştü.
En sonunda yüksek bir hızla yere çakıldı. Yere çarpar çarpmaz kulağında çınlayan bir sesle birden bire sıçradı ve gözlerini açtı.
Uyandığında oda karanlıktı, kapkaranlık. Gün henüz ağarmamıştı. Yattığı yerden doğruldu, elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Uzunca bir süre gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Başında garip bir ağrı, kulaklarında çınlama vardı. Boş gözlerle odasına baktı önce. Yatağın sol tarafında demir ayaklı masası, masanın üstünde boş bir sürahi, su dolu bir bardak, 12’de takılıp kalmış bir saat, dağınık halde duran kağıtlar, başlığı olmayan bir dolmakalem, ağzı açık unutulmuş bir mürekkep hokkası, her oturuşta gıcırdayan tahta sandalyesi.
Başını ellerinin arasına aldı. Uykulu gözleri, el yapımı halının alacakaranlıkta değişik biçimlere bürünen desenlerine takıldı bir süre. Her nesne bir gölge gibiydi, sanki başka bir dünyadan oraya yansıyan gölgeler...
Halının orta kısmını karadeliği andıran bir karanlık kaplamıştı. Biraz daha dikkatli bakınca bu karanlık çemberin ortasında bir kitap olduğunu fark etti. Bu anı daha önce yaşamış gibi oldu. Önemsedi. Aklını toplamaya çalıştı. Biraz daha gayret edince zihni yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Ayağa kalktı. Halının ortasındaki kitabı eline aldı. Kara kaplı kitabın ilk sayfasını çevirdi. Açtığı sayfada iki satırlık bir yazı vardı. Her yer karanlık olduğu için yazıyı tam olarak okuyamıyordu. Gözleri karanlığa iyice alışınca yazıyı zar zor okudu:
“Yitik sözcüklerin ardında kalan
 Kör bir karanlıktır, artık uyan!”
Uyan! Uyan! Uyan! Kulağındaki çınlama, bu sözcüğün sürekli tekrarlanması gibiydi. Biraz bekledi ve bu çınlayan sesi anlayabilmek için dikkatini toplamaya çalıştı. Bir plağın belirli yerde takılıp kalması gibi hep aynı şey tekrarlanıyordu. Kendisini zorladı, zorladı. Kitaptaki yazıyı bir kez daha okuyarak dikkatini iyice yoğunlaştırdı. En sonunda, çınlama sesi anlam kazandı :
Uyan, derin uykundan!
Uyan, derin uykundan!
Uyan, kör karanlıktan!
Uyan, seni yok duyan!
Hemen odasının ışığını açtı. Tahta sandalyesine oturdu. Bardaktaki suyu kana kana içti. 12’de takılıp kalmış olan saati kurdu. Dolmakalemine hokkadan mürekkep doldurdu, dağınık halde duran kağıtları önüne doğru çekti. Ve... Bu öyküyü yazdı.

(2004)