28 Şubat 2025

BİZSİZLİĞE DAİR

 

Gelmedin. Gelmedim. Sıfıra erdi hikayemiz.


Seninle karşılaşamadık. Ya doğmadın daha ya da öldün çoktan. Bazen zaman ayırdı bizi, bazen mekan. Belki çok uzaklardasın, zamanın yetmeyeceği bir ulaşılmazlıkta. Belki çok yakınlardasın, olasılıkları öğüten bir karşılaşmasızlıkta. 

Beni sen kurtaracaktın oysa. Sen kurtarmalıydın. Sen kurtarsaydın. Kurtarsaydık birbirimizi içine battığımız hayatlarımızdan, çekip çıkarsaydık.  

Geceye sığınıyorum her gün. Gecenin şefkatli kollarına kıvrılıyorum. Geceyi yaşıyorum. Gece örtüyor dünyanın delirmişliğini ve erteliyor tüm olası delilikleri. Gündüzün zehrine panzehir oluyor gece. 

Vakit sabaha kayıyor. Uçuruma kayıyorum ağır ağır. Gözlerimi kapıyorum, atıyorum kendimi boşluğa. Uçuyorum. Uyuyorum. Uyanıyorum içimdeki ezeli boşlukla. Gece bitmiş. Tavana çiviliyorum yorgun bakışlarımı. Kendimi öldürmemek için sebepler arıyorum. Çürük çarık dallara tutunuyorum isteksiz, seçeneksiz, çaresiz. 

Uyku yüklü bedenimi yataktan sıyırıyorum güç bela. Tekdüze ve sıkıcı bir işe dönüşüp zorunlu görevim olmuş hayatımı sürüklüyorum ardımdan. Kriz geçiren bir varoluşa süresiz kalp masajı ve suni teneffüs uyguluyorum. Ezberlerime çalışıp rollerimi ve repliklerimi giyiniyorum. Soluğunu tutup derinlere dalar gibi evden dışarıya dalıyorum. 

İnsanlara istediklerini veriyorum. Bana bakıp biriyle konuştuklarını sanıyorlar. Avatarı gerçek yapıyorlar. Her birinin kafasında başka birine dönüşüyorum. Hiçbiri ben değilim. Gerçeğe bağımlı/takıntılı olanların bu yanılsamaya kanmalarına şaşıyorum.

Dakikaları tüketiyorum, boş işleri tamamlıyorum, yolları bitiriyorum. Kurulmuş bir oyuncak gibi durmaksızın salınıyorum ortalıkta. Bu gücü ve motivasyonu nereden buluyorum? Niye ayrıca? 

Gündüz gözlerimi yakıyor. Gündüzü çiğneyip tükürüyorum. Geceyi bekliyorum iyileşmeyi bekler gibi. Seni bekler gibi.

Bana ait görünen her şey bizsizliğimizin yerine ikame ettiğim bir fason dünyanın araçları sadece. İkame dünyam nicedir göçüyor yavaş yavaş. Sensizliğin yerine koyduğum her şey ağır çekimde parçalanıp dağılıyor. Sahteliğin hükmü bitiyor. Bir dünya ufalanıyor gözümün önünde. Damla damla eriyor. Katman katman dökülüyor. Bir imparatorluğun çöküşüne eş yıkılıyor, yıkılıyorum içime.

Sen sandığım herkes çekip gitti çoktan, sen olmadıklarının sağlam kanıtlarını önüme dökerek. Kendimi kandırdım hep, onları kandırdım. Kandırıştık. Anladılar sen olmadıklarını ve gittiler emin adımlarla. 

Senden parçalar görüyorum hâlâ bazı yüzlerde, bazen tek bir bakışta, bazen bir edada. Kanmaktan yorulup kan oturmuş gözlerle bakıyorum. Hepsini yolcu ediyorum konuk etmeden. 

Belki sen de tam da şu anda bir yerlerde benim gibi sayıklıyorsun. Aynı monolog dönüp duruyor zihninde her gün, aynı şarkı çalıyor nereden gelip de kulağına takıldığını bilmeksizin. Kalabalıklar içinde yalnız başına yürürken. İnsanlarla konuşurken. Araçlarla giderken bir yerlere. Bir şeyler yiyip içerken. Donup kalmışçasına bakarken bir manzaraya. Anahtarı çevirip evine girerken.

Ben sandığın herkesi yolcu ettin sen de zaman içinde. Filmlerde gördün bazen beni, kitaplarda okudun bazen, bir şarkıda duydun… Kurgusal bir yaratımda gördükçe beni, birbirimizi, karşılaşmamız da çekilmemiş bir filme, yazılmamış bir kitaba, bestelenmemiş bir şarkıya dönüştü.

İhtimal, karanlık yazılar yazdın sen de benim gibi. Yazmaktan başka çaren yoktu. Amacın edebiyat şu bu değildi, hayatta kalmaktı sadece. Hayatta kaldın ama yaşamadın. Özüne bulaşan karanlığı döktün aydınlık sayfalara. Kendini doğurma sancısıydı bazıları. Bazıları da yaralarına uyguladığın ilkyardım protokolü. İçinde kurduğun mahkemenin yargılama tutanaklarıydı. Geçmişinle hesaplaşmaktı. Eyleme geçmemiş bir intihar planının amaçsızlaşmış mektubuydu bazıları da. Bizsizliğin geçmişini, bugününü ve distopyasını yazdın.

Hayallerinde soluklanıp dinlenebildin sadece. Dünyalıların kurup çattığı şu sefil gerçeklikte kıyıda köşe kalmış endemik bir tür gibi sürüp gittin, gidiyorsun. Hayallerinle besleniyorsun. Onlarsa kaskatı gerçeği savunuyorlar yorulmadan, bıkmadan. Dinliyor gibi yapıyorsun. Zavallı haklılıklarıyla baş başa bırakıyorsun onları. Sen bu ağızları dinleyecek kulak değilsin. 

Gülüyorsun elbette, güldürüyorsun, eğleniyorsun, coşuyorsun, uğraşlar ediniyorsun, geziyorsun, tadına varıyorsun. Seni tanıyanlar hayattan tat aldığını ve yaşamayı sevdiğini düşünüyorlar. Mizahın bazı insanlar için kaliteli bir makyaj ve güçlü bir yatıştırıcı olduğunu bilmiyor hiçbiri. Gezmelerinin bir arayış olduğundan ve geri kalan tüm istekli eylemlerinin de yine bu dünyaya katlanma aracı olduğundan habersizler en yakınındakiler bile. Dünyanın nimetleri onlar için amaç. Senin içinse doğal bir antidepresan. 

İnsanların “Eh, hayat bu!” dedikleri ve senin ait olmadığın bu hayatta bir mülteci, bir göçebe, bir sürgün olduğunu bilmiyor kimse. Her gönüllü eyleminin aslında içindeki karanlığı yatıştırma ve kişisel kıyametini erteleme amaçlı olduğunu anlamıyorlar. 

Şimdi, sıfır olasılığa ulaşmanın tekinsiz rahatlamasındayız ikimiz de. Sıfırı etkisiz elaman olarak anlatan matematiğe çalım attık. Bu dünyanın gerçeklerine ve kurallarına ait olmadığımızın sağlamasıydı bu aynı zamanda. Sıfır, geride bırakılan değil; gide gide ulaşılan bir şeydi bizim için. Ulaştık yıllar/yollar sonra.

Bundan sonrasıysa sıfır dairesinde ikamet edip birbirimizin içinde yaşamak. Düşmemek ve atlamamak için birbirimize tutunmak. Kurgusal dünyamızın sonsuzluğuna bırakmak kendimizi. Çocuk olup (ki en iyi bildiğimiz şey) oyun parkımızda doyasıya oynamak. Gerçek dünyaya maruz kalmamak elimizden geldiğince. Ve vaktimizi doldurmak.

Seninle karşılaşmayacağız. Ya doğmadın daha ya da öldün çoktan. Belki çok uzaklardasın, ömrün yetmeyeceği bir ulaşılmazlıkta. Belki çok yakınlardasın, kesişim kümesiz bir dairenin ortasında.