Caddeden ayrılıp sokağa
döndü. Saat gece yarısını geçmişti. Hava iyice soğumuştu. Evi birkaç sokak
ötedeydi. Ağzında sigarayla sallana sallana yürüyordu.
Sokakların kesiştiği bir
dört yola yaklaşıyordu ki karşısına bir kedi çıktı. Siyah beyaz, orta
büyüklükteki tüy yumağı önce kaçacak gibi bir iki adım geriledi. Sonra karşısındaki
insanın dost olup olmadığından emin olmak istercesine duraladı. Parlak gözlerle
bakıp incecik miyavladı.
“Pist!” diyerek ayağını
sertçe yere vurdu adam. Kedi, düşmandan emin olur olmaz hızla kaçmaya başladı;
tam dört yolu geçerken ansızın bir araba çıktı. Kedi atik davranıp hızını
arttırmasaydı ezilecekti.
“Şanslı velet!” dedi
içinden. Ağır ağır yürümeye devam etti. Kaldırıma çıktı. Daha beş on adım
ilerlemişti ki sarı beyaz bir kedi çıktı önüne. Yüzüne baktı parlak gözlerle.
“Miyav!” dedi bir şey ister gibi. Adam, “Toplayıp da götüremediler şunları be!”
dedi sinirli sinirli. “Pist!” diyerek ayağını kediye doğru savurduğu anda
dengesini yitirdi, tutunmaya fırsat bulamadan apartmanın bahçe demirlerinin
üstüne devrildi, oradan da karanlık bir ağaç dibine düştü tepetaklak.
Bayılmıştı.
Gözlerini zorlukla
araladı. Alacakaranlık. Gökyüzü siyaha yakın lacivert. Oradan buradan sökün
edip gelen sesler. Takırtılar. Çatırtılar. Kuşların kanat çırpışları. Toprak
altında ilerleyen bir böcek. Üst katlardan birinde açılan balkon kapısı. Gider
borusundan geçip giden su. Biraz ötede yol ortasında hızlı adımlarla ilerleyen
bir köpek. Bir saatin alarmı. Yaprak hışırtıları.
Gerindi. Ellerini
yaladı, sonra kollarını. Diline tüy bulaştı. Boğazı gıcıklandı, öksürdü.
Gözleri fal taşı gibi açıldı. Elleri… Ellerinin yerinde yuvarlak bir şeyler
vardı, altlarında irice siyah noktalar… Gerdirince içinden ince ve sivri tırnaklar
çıktı. Bunlar el değildi, patiydi.
Gördüklerine inanamadı.
Vücuduna baktı telaşla. Farklı renklerde tüyler gördü. Siyah bir kabanın
üzerindeydi. Pantolon, kazak, ayakkabılar… Aklını kaçıracaktı. Rüyada mıydı? Anlayamadı.
Her şey çok gerçekçiydi. Kendisi dışında her şey...
Buraya nasıl ve nereden
geldiğini anımsamaya çalıştı. Gece sokakta yorgun argın yürüyüşü geldi
gözlerinin önüne. Kedi… Kedileri hatırlardı. Havaya savrulan bir tekme, tersyüz
olan görüntüler, düşüş, acı, boşluk… Uyandığında ise bir kediydi. Nasıl
olabilirdi ki? Kendisine baktı durdu bir süre daha. İnkar edilecek bir şey
yoktu, bir kediydi! Durumu Gregor Samsa’dan halliceydi.
Ne yapacağını, nereye
gideceğini bilmiyordu. Havanın iyice aydınlanmasını bekleyecekti. Sonra bu
kararının saçmalığını anladı. Bir kediydi o. Aydınlık-karanlık fark etmezdi
onun için.
Boyunun üç dört katı
yükseklikteki bahçe duvarına baktı. Sıçrayıp duvarın üstüne çıktı. Bunu
başardığını şaşırdı. Sonra şaşırmasının ne kadar saçma olduğunu anladı. Sokakta
hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Oturduğu apartmana gidecek, güvendiği
birini bulup durumu anlatacaktı. Konuşan bir kedi görmek onlara delice
gelecekti başlangıçta ama o ısrar edince inanmaktan başka çareleri
kalmayacaktı.
Sokaklardan geçti.
Kimseyle karşılaşmadı. Gün ağarıyordu yavaş yavaş. İnsanlar birazdan işe gitmek
için evlerinden çıkacaktı. O zamana kadar apartmana varmış olurdu. Neler söyleyeceğini yol boyunca aklında evirip çevirdi.
Apartmanın bahçesine girdi, çalıların ardına gizlenip kapıyı gözlemeye başladı. On dakika kadar sonra içeride
ışık yandı. Tanımadığı biri çıktı kapıdan. Bekledi. Birkaç dakika sonra iki
kişi daha çıktı. Onları da tanımıyordu. Ardından bir sürü insan çıktı. Yanlış
apartmana geldiğini düşündü bir an. Baktı, adını okudu, doğru yerdeydi. Apartmanda
tanımadığı ne çok insan vardı.
Sabah soğuğu üşütmeye başlamıştı iyice. Patilerini geriye çekip göğsünün altına
aldı, kuyruğunu arkadan sardı, başını yere yaklaştırdı. Tüylü hayvanların hiç
üşümediğini sanırdı.
Sonunda kapıdan tanıdık
birisi çıkmıştı. Karşı komşusu. Orta yaşlarında bir kadındı, bankada
çalışıyordu. Asansörde karşılaştıkça ve aynı katta inip karşılıklı dairelerine girerlerken birbirlerine iyi günler, iyi akşamlar dilerlerdi o kadar. Hakkında çok az şey biliyordu. Yine de güvenebileceği biri olduğuna inanıyordu.
Kadın kapıdan çıkıp
montunun boğazını iliklediği sırada kendisi de çalıların arasından fırlayıp
çıktı. Kadın sıçradı, gözleri büyüdü, şaşkın şaşkın baktı.
“Merhaba, ben karşı
komşunuzum. Yani komşunuzdum. Yani hâlâ komşunuzum da… Şey yani… Ah, bilseniz
başıma neler geldi hanımefendi! Bana yardım edin ne olur! Biliyorum, bir
kedinin konuşması delice geliyor ama oldu işte. Kediye dönüştüm ben.” dedi
ancak bu sözler kadına uzunca bir miyavlama olarak ulaştı.
“Ay, nereden çıktın sen
böyle sabah sabah! Ödümü patlattın.” dedi kadın.
“Ne olur inanın bana!
Ne yapacağımı bilemedim, size güvenebileceğimi düşündüm. Birilerine ulaşıp
durumu anlatalım, çözüm bulalım. Bana yardım edin lütfen!” dese de karşı taraf
bu ikinci miyavlamaya dayanamayıp çantasını açtı, salamlı tostun ucundan biraz koparıp
yere bıraktı. “Al bakalım pisicik!”
“Ne saçmalıyorsunuz
hanımefendi? Beni dinlemiyor musunuz? Ben sizden derdime çare bulmak için yardım
istiyorum, yiyecek değil!” dedi ve kadın bu üçüncü miyavlamayı “Bunu beğenmedim, başka
yiyecek istiyorum.” diye yorumladı. “Ama başka bir şeyim yok ne yazık ki!”
diyerek yürüdü ve bahçeden dışarı çıktı.
Şaşkınlıktan
donakalmıştı. Kadının ardından öylece bakakaldı. Kadın arabasına binip hızla
uzaklaştı. Yerdeki tost parçasına baktı boş boş. Öfkelenmişti, kuyruğu
istemsizce kıvrımlanıyordu. O sırada kapı açıldı. Dışarı çıkan kişi
yöneticiydi. Kedi ve köpek sevmeyen yönetici! “Pist, sabah sabah kahvaltı
edecek başka yer bulamadın mı?” diye çıkıştı adam. Üzerine gelmekte olan devden
korkup kaçtı. İlk kez bu kadar hızlı koşmuştu.
Güvenli bulduğu bir
köşeye çekildi. Korkuya bulanan şaşkınlığından kurtulup sakince düşünmeye
çalıştı. Kadın kendisini duymamış mıydı? Belki de söylediklerini anlamamıştı. Ama
nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Açık seçik anlatmıştı ya derdini! Olaydaki tek
gariplik, bu cümlelerin bir kediden duyulmasıydı? Belki de duymuş, anlamış fakat
anlamazlıktan gelmişti. Delirdiğini düşünmemek için yok saymıştı duyduklarını.
Gıcık kadın! Ödlek! Yürüyen makyaj torbası! Şişko!
Sakinleyip kafasını
toparlaması gerekiyordu. Başka kime gidebileceğini düşündü. İş yeri çok uzaktı. Yürüyerek
varamazdı oraya. Otobüse, minibüse de binemezdi. Binmeyi denese içeri
almazlardı ki! Bir şekilde binse bile indirirlerdi hemen, kovarlardı. Düşündü…
Market! Sürekli alışveriş ettiği marketin sahibine anlatabilirdi. Adamın adını
bilmiyordu. Hemen hemen her gün uğradığı halde adını sormak aklına bile
gelmemişti. Kedileri seven birisi miydi acaba? Bilmiyordu ki? Başka
çaresi yoktu, gidecekti.
Saklandığı yerden
çıktı. Hızlı adımlarla marketin yolunu tuttu. Bir köşeyi dönmüştü ki karşısına kocaman
bir köpek çıktı. Köpek kuşkulu kuşkulu baktı, sinirlendi, hırladı, birkaç kez
havladı. Üzerine doğru koşmaya başladı.
Ani bir dönüşle gerisin
geri koşmaya başladı. Köpek kovalıyor, o ise ardına bakmadan kaçıyordu. Bu
kadar hızlı koşmaya alışık olmadığından dengesini korumakta zorlanıyordu. Kalçasını
bir arabanın lastiğine çarptı, canı acıdı. Duvar diplerindeki bitkilerin
kurumuş dalları kulaklarını çizdi. Bir iki taş parçası patisini fena halde acıttı.
Bir iki kez tökezledi, neredeyse düşüp yuvarlanıyordu. Bir ağaç gördü sonunda.
Düşünmeden zıplayıp ağaca tırmandı, bir dala yerleşti zar zor. Kalbi yerinden
çıkacak gibi gümbürdüyordu.
Köpek, ayaklarını
ağacın gövdesine dayamış havlıyordu. Oturduğu yerden aşağıya baktı korkuyla. Köpek
çıldırmış olmalıydı. Karşı kaldırımdan geçen kızlı erkekli bir öğrenci grubu manzarayı
görünce kahkaha attı. İçlerinden birisi telefonunu çıkarıp görüntüyü kaydetmeye
başladı. “Ağaçtan düşse de aksiyon çıksa…” dedi pis pis sırıtarak.
“Ne olur yardım edin!
Kovun şu köpeği! Başım dertte!” dedi fakat bu sözler boğuk bir miyavlamayla
eşdeğerdi. “Çok şapşik ya! Baksana nasıl korkmuş.” diye ekledi bir kız. Diğeri,
çektiği fotoğrafı Instagram’da etiketledi. “Yürüyün ya, okula geç kalıyoruz!”
dedi bir diğeri. Yüksek sesle konuşa konuşa uzaklaştılar. “Şımarık ergenler!”
diye bağırdı arkalarından ulumaya benzer bir miyavlamayla.
Köpek bir süre sonra
sıkılıp uzaklaştı ama o yine de bir süre daha ağaçta kaldı. Neden sonra inmek
istedi ama nasıl ineceğini bilemedi. Zihnindeki görüntüleri tarayıp kedilerin
ağaçtan iniş sahnesini buldu. Hareketleri taklit ederek ağaçtan indi.
Duvar diplerinden
yürüye yürüye ilerledi. Köşe başlarına gelince önce başını uzatıp baktı,
güvenli olduğunu görünce yoluna devam etti. Marketin karşısındaki kaldırımda
durdu. Tam yoldan geçecekti ki bir minibüsün sesi duyuldu, bekledi. Biraz sonra
adım attığı anda bir motor hızla geçti önünden. Korkup geri çekildi. Biraz daha
bekledikten sonra sonunda sağ salim karşıya geçmeyi başardı.
Marketin önündeki meyve
sebze reyonunun altından ilerledi, kapıya varınca bekledi. İçeriyi gizlice gözetlemeye
koyuldu. Tam içeri girecekti topuk sesleri duydu, geri çekildi. Sanki büyük çekiçlerle
demir dövüyorlardı. Kulakları sızladı.
Neden sonra cesaretini
toplayıp içeri daldı. Kasada oturan market sahibi ve ayakta onunla konuşan bir
adam kafalarını ona çevirip şaşkın şaşkın baktılar.
“Ne olur beni dinleyin!
Çılgınca görünebilir ama ben konuşabiliyorum. Konuşan bir kediyim evet! Şey… Hayır
hayır! Aslında insanım da kediye dönüştüm. Durumun acayipliğine takılmayın ne
olur, bana yardım edin!” dedi. Bu uzun miyavlama karşısında iki adam da güldü.
Market sahibi, “Her gün
bunun gibi beş on tane geliyor. Aşevi mi len burası? Paran var mı ki geldin
bakayım?” dedi. “Baksana abi, tanıyor gibi bakıyor sana.” dedi diğer adam.
“Hadi bakayım, kasaba git sen en iyisi. Hadi! Geçen gün bir tanesi girdi yine
böyle, müşterinin biri çığlık attı. ‘Almayın canım şunları içeri!’ diye de
çıkıştı. Fırça yedik durduk yere. Sanki bile isteye alıyoruz!” dedi market
sahibi. “Abi, geçen gün Facebook’ta bir video vardı, kediyi görünce aklıma
geldi, dur göstereyim bak, çok komik.” dedi diğer adam.
İki adam da telefona
eğilmiş gülerken “Beni anlamıyor musunuz? Bana yardım edin diyorum size!” dedi.
Böğürtü gibi çıkan miyavlama üzerine adamlar dönüp tekrar baktılar. Market
sahibi, “Mart geldi galiba! Hadi git, pist! Bir de salam, sosis mi açacağız zatıalilerine!
Pist!” dedi. Su şişesini aldı, kapağını açmadan döker gibi yaptı.
Öfkeli gözlerle baktı
ikisine de. Diğer adam ayağını sertçe yere vurunca kaçarak uzaklaştı. Park
halindeki bir arabanın altına girdi. Öfkeden çıldıracaktı. O an emin olmuştu. Dediklerini kimse anlamıyordu.
Ne kadar süre arabanın
altında kaldığını bilmiyordu. Bir ara yağmur atıştırmıştı. Vakit ikindiye
erişmişti. Öfke ve çaresizlik içindeydi. Karnı acıkmış, fena halde de susamıştı.
Kendisini çok bitkin ve çaresiz hissediyordu.
Bir anda aklına
uyandığı yerde bıraktığı giysileri geldi. Cebindeki anahtara, cüzdana, telefona
ya da herhangi bir şeye ulaşabilirse bunları kullanıp insanlara bir şeyler
anlatabilirdi belki. Anahtarı alıp evinin önüne gelirdi, birisinin önüne
bırakırdı. O dairede yaşadığını anlatmış olurdu böylece. Kapıyı açtırabilirdi
belki. En azından üşümezdi, karnını doyurup başka bir çözüm yolu düşünürdü
evinde.
Koşarak giysilerini
bıraktığı bahçeye gitti. Gece dibine düştüğü ağacı buldu ama giysileri yoktu
ortalıkta. Birileri almış olmalıydı. Belki de polise haber vermişlerdi. Polis
de kendisini aramaya başlamış olmalıydı. Sevinci saman alevi parlayıp söndü. Bunun
ona ne gibi bir yararı olabilirdi ki? Bir kediydi o ve kimse onu anlamıyordu.
Olmayan birisini boşu boşuna arayacaktı polisler.
Yine öfkelendi.
Giysilerinin cebinden bir şeyler düşmüş olabileceğini düşünüp aranmaya başladı.
Ağacın dibini eşeledi, sonra otların arasını. Arayıp da bulamadıkça daha da
hırslandı. Toprağı kazmaya başladı deli gibi. Ardından toprak püskürtüyordu
adeta. Tam o sırada başından aşağıya boca edilen soğuk suyla neye uğradığını
şaşırdı.
“Pist, seni gidi seni!
Çiçeklerimi mahvettiniz be! Pist, def ol!”
Balkondan sarkarak
bağıran kadına baktı sinirden ateş saçan gözlerle. Saldırıp kadını parçalamak
istedi o an. Kadın, bu sinirli bakışları bir meydan okuma olarak algıladı. Elindeki
tası atar gibi yaparak “Pist, şu arsıza bak hele! Bir de bakıyor aptal aptal!” dedi.
Hışımla içeri girdi, su dolu tasla geri geldi. Tası tekrar savurdu. İkinci su
saldırısında da isabet alınca kaçmaya başladı. Bahçeden çıkıp bir arabanın
altına saklandı. Islanmış, çok üşümüştü. Bu insanların nesi vardı böyle!
Araba altında ısınamayacağını
anlayınca kuru ve sıcak bir yer aramaya koyuldu. Birkaç çocuğun sataşmasından
kaçtı. Üzerine atılan bir futbol topundan son anda kurtuldu. Sonunda müstakil
bir evin araba garajına sığındı. İyice yorulmuştu.
Kısa bir süre sonra evin
mutfak ışığının yandığını, buzdolabının kapısının açılıp kapandığını gördü.
İstemsizce bir “miyav” çıktı ağzından. Şaşırdı. “Yardım edin, açım, üşüyorum!”
çağrısı sadece bir miyavlamaydı artık.
Tam o sırada pencerede
bir adam belirdi, elindeki elmayı dişleyerek dışarıya baktı. Garajda saklandığı
yerden çıkıp pencere önüne koştu hemen, adama kendisini gösterdi. Üst üste, acı
acı miyavladı. Adam boş boş baktı, elmadan bir ısırık daha alıp geri döndü,
gözden kayboldu.
Çöplüğe gitmekten başka
seçeneği kalmamıştı. Çürümüş, kokuşmuş, pislenmiş gıda atıklarını nasıl
yiyeceğini bilmiyordu. Denemekten başka çaresi yoktu. Belki yeni atılmış, henüz pis kokmamış bir şeyler bulabilirdi. Sokağa çıkıp aranmaya
başladı. Bir köşe başında içi su dolu bir yoğurt kabına denk geldi. Tam
içecekti ki suyun üzerinde yüzen sigara izmaritlerini görünce vazgeçti. Dolana
dolana sonunda bir çöp konteyneri buldu. Zıplayıp çıktı. İçerisi berbattı.
Birbirine karışmış, çürümeye başlamış besinler çok kötü bir koku yayıyordu
etrafa. Bugüne dek sokak hayvanlarının bunları nasıl yiyebildiklerini hiç düşünmemişti.
Tiksinmeden
yiyebileceği bir şeyler aradı. Bazı poşetlerin ağızları çok sıkı bağlanmıştı. Ne
kadar uğraşsa da açamadı. Bazıları daha kolay açılmıştı fakat içinden çıkanlar
yenecek gibi değildi. Son poşeti zar zor açtığı anda ağzında bir yanma
hissetti. Poşetin üzerine kan damladı. Canı çok acımıştı. Tıraş bıçağını
görmemiş; bıçak, ağzının kenarını kesmişti. Umutsuzca ayrıldı çöplükten. Hava
kararmak üzereydi.
Sağda solda bulduğu
bazı ekmek ve poğaça parçalarıyla açlığını yarım yamalak bastırabilmişti. Temiz
sayılabilecek bir su birikintisinden su içmişti. Rüzgar soğuk üflüyordu her bir
kıyıya köşeye. Geceyi çok üşümeden geçirebileceği bir yer aramaya koyuldu.
Vakit gece yarısıydı.
Yine acıkmıştı. Orada burada dolanıyor, yiyebileceği bir şeyler arıyordu. Bir köşe
başından dönmüştü ki karşısına bir adam çıktı. Sallanan gövdesiyle devasa bir
kuklayı andırıyordu. Gözlerini kıstı adam, şapşal şapşal baktı. Haince bir
gülüş kondu ablak suratına. “Pist!” dedi ayağını savurarak.
Geceyi tekme acısıyla
geçirmemek için hızla kaçmaya başladı. Dört yolu tam geçmek üzereydi ki gözleri
kör eden parlak ışıkların ortasında kalakaldı. İki ayrı yoldan iki araba hız
kesmeden üzerine üzerine geliyordu. Ne tarafa gideceğini kestiremedi bir an,
öylece bakakaldı.
Son gördüğü, bembeyaz
bir körlüktü.