Bir kullanımlık sözcük birikimim kaldı heybemde.
Sözcükler kedi gibidir.
Çevrende dolanır durur, yanından ayrılmaz. Nereye gidersen git izler seni,
dokunur sana, dokunmanı ister. Çağırmana gerek yoktur.
Sözcükler kedi gibidir.
İlgisizdir sana, dikkatini vermez. Ne yaklaşır ne de kaçar. Mesafe bırakır
arasında senle. Çağırırsın, gelmez. Umurunda değilsindir.
Sözcükler kedi gibidir.
Çıkar gider hayatından. Vedasız, sessiz sedasız. Sen uyurken ses etmeden evden
çıkıp giden biri gibi. Sanki bir geçmişiniz yokmuş gibi. Kaçtı mı, kaçırıldı
mı, bir yerlerde öldü kaldı mı, öğrenemezsin.
Sözcüklerim uzun zamandır
mesafeli bana. Beni terk etmeye hazırlandıklarından kuşkulanıyorum. Beni
yalnızlığa alıştırır gibiler. Habersizce ortalıktan yok olan bir kedi gibi
gidecekler sanki bir gün hayatımdan. İnsaflı bir kedi ama. Gitmeden önce bir
ileri iki geri…
Yazmak bir arayıştı
bazen yana yakıla, bazense dingin ve telaşsız. Yazmak bir kaçıştı bazen düşe
kalka, bazense öylesine yürür gibi amaçsız. Yazmak derinlere dalmaktı bazen
soluksuz kalıp boşlukta asılı kalırcasına, bazense sonsuzlukta bir tüy gibi salınırcasına.
Yazmak kendimle
konuşmaktı, kavga etmekti, barışmaktı. Yazmak kendimi tanımaktı, tanıtmaktı,
tanıştırmaktı. Yazmak ruhumda ameliyat yapmaktı, kanamaktı, iyileşmekti… Yazmak
kapalı kapıları açmaktı, karanlık odaları aydınlatmaktı, keşifti. Yazmak ruhumdaki
ürkütücü dehlizlerde duvarlara çarpa çarpa el yordamıyla ilerlemekti, kuyuların
kapağını açmaktı, karanlığa atlamaktı. Yazmak umacılarla yüzleşmekti, korku
tüneline defalarca bilet almaktı, kaçtıklarını kovalamaktı. Yazmak mühürleri
kırmaktı, gizleri açık etmekti, şeffaflıktı. Yazmak duvarlardaki boşlukları
doldurmaktı, çukurları kapatmaktı, çöküntüleri onarmaktı. Yazmak kendime
bağırmaktı, yankıları dinlemekti, anlamaktı. Yazmak sonradan oldurulduğun kişi
olmayı bırakıp olmak için doğduğun kişi olmaktı. Yazmak uzun zaman sonra
gerçekten doğmaktı.
Yazdım, çünkü hayatımın
gözlerimin önünden geçmesi için ölmeyi beklemedim. Hesaplaştım, borcumu ödedim,
karşılığındaysa üzerimdeki ipoteği kaldırdım. Aynaya baktım, yansımama yalan
söylemedim. Her gelenin üzerime yapıştırdığı etiketleri söküp attım. Her gelenin
bana biçtiği kostümleri yırtıp çıkardım. Her gelenin kendince yoğurduğu hamur
yumuşaklığımı katılaştırdım. Kendi kendimi yoğurup taşlaştım. En başından beri
ne idiysem onu gördüm o aynada; en başından beri benden saklananı,
sakladıklarımı, görmezden geldiklerimi gördüm. Kat kat örtüleri kaldırdım,
kulak tıkaçlarını çıkarıp attım, maskelerimi düşürdüm. Kendim oldum ve görev
tamamlandı.
Emekli bir savaşçı için
kılıç, emekli bir öğretmen için tebeşir, emekli bir pilot için gökyüzünde
süzülen uçak, emekli bir doktor için steteskop…
İç sesin bile susar
artık. Sen onun istediklerini yapıyorsundur, o senin yaptıklarını istiyordur. Yıllar
süren bir iktidar kavgasının ardından uzlaşma sağlanmış, barış imzalanmıştır. Görünüşte kimse
bir şey kazanmamıştır. Çünkü bir şey kazanmak için verilen bir kavga
değildir bu. Taraflar bu önemli gerçeği ancak olan bitenin sonunda
görebilmişlerdir. İkisinden birinin üstünlüğü demek yarım olmak demektir. Bütün
olmak için bütünleşmek gerekir. Bire ulaşmak.
Hayatın kıyısına
yuvarlanıp düşenlerden ayrı, adım adım yolculuğu hayatın kıyısında
bitenlerdenim. İçimde bir yankı duymuyorum. Çatlak bir ses yükselmiyor
köşelerimden. Duvarlarımdan gözyaşları sızmıyor. Sadece dışarıdan gelen yabancı sesleri
duyuyorum.
Geçmişe bakmak, çok
önce sadece bir kez görülmüş bir yeri yıllar sonra tekrar görmek gibi. Gelen
başka, gelenin gördükleri başka. Daha önce hiç gelinmemiş gibi. Çağrışımsız.
İki kadim kaygım
dışında beni endişelendiren bir şey yok artık. Bomboş, geniş bir alan gibi
içimin ortasında bir yer. Boş arsalara gecekondu kurar gibi, çöp ya da moloz
döker gibi, külüstür bir arabayı bırakır gibi uğrayıp gidiyor insanlar bazen.
Onların kaygılarını duyumsuyorum istemsizce. Bana ait olmayanları içimden
kovmak için uğraşıyorum. Ömrümde ilk kez içimde bana ait olmayan süprüntüler
var. Temizlik yaptıkça rahatlıyorum. Sonrası sessizlik, sakinlik, huzur…
Temizliği ertelememeliyim.
Gördüğüm şeylerden
benzetmeler devşirmek, duyduklarımı -lazım olur diye- zihnimin odalarında istiflemek
sıkça yaptığım şeylerdi. Görüntülerin katmanlarına inerdim, ilk bakışta
görünmeyenleri bulup izlerdim. İnsanlar için hikayeler uydururdum. Çoğu
acıklıydı ve tüm bunların sonunda hüzün yayılırdı en derinlerime kadar. Üst
üste binmiş görüntüleri sabırla tek tek sıyırırdım. Artık gördüğüm şeyler tek
boyutlu. Bir fotoğrafa bakar gibi bakıyorum. İnsanlar yine acınacak durumların
içindeler, buna alıştım.
Doğa hep etkileyiciydi.
Doğanın üyeleri muhteşem bir uyum ve etkileşim içindeydi. Doğadaki her şey
sadece kendisiydi. Kendisi olmayan, olamayan, kendi doğasına aykırı davranan insanoğlu
dışındaki tüm canlılarda büyülenecek bir şeyler buldum hep. Doğanın eşsiz
güzellikteki üyelerinden çok şey öğrendim, öğrendiklerimi içselleştirdim. Artık
doğaya yakın yanlarım güçlü, başat, egemen.
İnsanoğlunun toplumsal
ve ekonomik kıpırdanışları, çırpınışları, yarışları, itiş kakışları ve tüm
bunlardan yorulup yıpranarak çareyi başka yorgunların paralı önerilerinde
aramaları eleştirilecek şeyler değil artık benim için, gülünüp geçilecek şeyler
de değil. Anlık çakıp sönen silik görüntülerden ibaret hepsi de. Sana asla
hitap etmeyen bir reklamın televizyon ekranından gelip geçmesi gibi. Boş ve anlamsız.
Çiçeklerden bal
toplamak için kırlara uçan bir arı gibi karışırdım ben de günlük yaşama. Sesler,
görüntüler toplardım. Tek tek elden geçirirdim hepsini, ince ince işlerdim. Söz
olurdu, yazı olurdu. Kendi imzamı taşırdı. “Bana göre” demenin önemsenen
biçimleriydi hepsi de. Anlatmak önemliydi. Söylevi sonlanmış bir konuşmacıyım
artık. Anlatılması gereken her şey anlatılmış. Bir arı gibi toplayıcılık
yapmanın gereği kalmamış. Kraliçe arı beni azat etmiş. Daha doğrusu ben arı kovanını terk etmişim. Geride kalan her şey geride kalanları ilgilendiriyor.
Sözcüklerin uzağındayım
bir zamandır. Şu an satırlarda dizilenler ise bunu anlatmam için bir süredir
elimde tuttuklarım sadece. Hayata sözcüksüz bakıyorum bir zamandır. Çok uzun
yıllar aynı hayatı paylaşmış bir karı kocanın sadece bakışlarıyla bile birbirlerini
anmaları, sözcüksüz anlaşmaları gibi bakıyorum.
Suskun bir gezgin gibi
geçiyorum insanların hayatının ortasından, kenarından bazen. Fotoğraf
makinesiz, haritasız, not deftersiz, önerisiz… Sadece görüp geçen, anlayan ama
anlatmayan bir gezgin… Dilini bilmediği bir ülkeden geçerken konuşmak zorunda
kaldığında ezberlenmiş cümleleri yineleyen gezgin…
Kendim için bir kitap
yazdım, şimdiyse o kitabın sonuna eklenen boş ve amaçsız sayfalardayım.
Konuşmak istediğimde önceki sayfalardan paragraflar okuyorum. Yazmak
istediğimde eski yazdıklarımın altını çiziyorum. Dönüp dolaşıp yine o boş
sayfalara geliyorum. Yeni sözcükler aramıyorum. Yeni diye bir şey kalmadığını
biliyorum. Bu da beni özgür kılıyor.
Sözcüklerin
uzağındayım. Heybemdekiler bitti. Geçip gidiyorum…