21 Aralık 2018

SÖZCÜKLERİN UZAĞINDA


Bir kullanımlık sözcük birikimim kaldı heybemde.



Sözcükler kedi gibidir. Çevrende dolanır durur, yanından ayrılmaz. Nereye gidersen git izler seni, dokunur sana, dokunmanı ister. Çağırmana gerek yoktur.
Sözcükler kedi gibidir. İlgisizdir sana, dikkatini vermez. Ne yaklaşır ne de kaçar. Mesafe bırakır arasında senle. Çağırırsın, gelmez. Umurunda değilsindir.
Sözcükler kedi gibidir. Çıkar gider hayatından. Vedasız, sessiz sedasız. Sen uyurken ses etmeden evden çıkıp giden biri gibi. Sanki bir geçmişiniz yokmuş gibi. Kaçtı mı, kaçırıldı mı, bir yerlerde öldü kaldı mı, öğrenemezsin.

Sözcüklerim uzun zamandır mesafeli bana. Beni terk etmeye hazırlandıklarından kuşkulanıyorum. Beni yalnızlığa alıştırır gibiler. Habersizce ortalıktan yok olan bir kedi gibi gidecekler sanki bir gün hayatımdan. İnsaflı bir kedi ama. Gitmeden önce bir ileri iki geri…

Yazmak bir arayıştı bazen yana yakıla, bazense dingin ve telaşsız. Yazmak bir kaçıştı bazen düşe kalka, bazense öylesine yürür gibi amaçsız. Yazmak derinlere dalmaktı bazen soluksuz kalıp boşlukta asılı kalırcasına, bazense sonsuzlukta bir tüy gibi salınırcasına.
Yazmak kendimle konuşmaktı, kavga etmekti, barışmaktı. Yazmak kendimi tanımaktı, tanıtmaktı, tanıştırmaktı. Yazmak ruhumda ameliyat yapmaktı, kanamaktı, iyileşmekti… Yazmak kapalı kapıları açmaktı, karanlık odaları aydınlatmaktı, keşifti. Yazmak ruhumdaki ürkütücü dehlizlerde duvarlara çarpa çarpa el yordamıyla ilerlemekti, kuyuların kapağını açmaktı, karanlığa atlamaktı. Yazmak umacılarla yüzleşmekti, korku tüneline defalarca bilet almaktı, kaçtıklarını kovalamaktı. Yazmak mühürleri kırmaktı, gizleri açık etmekti, şeffaflıktı. Yazmak duvarlardaki boşlukları doldurmaktı, çukurları kapatmaktı, çöküntüleri onarmaktı. Yazmak kendime bağırmaktı, yankıları dinlemekti, anlamaktı. Yazmak sonradan oldurulduğun kişi olmayı bırakıp olmak için doğduğun kişi olmaktı. Yazmak uzun zaman sonra gerçekten doğmaktı.
Yazdım, çünkü hayatımın gözlerimin önünden geçmesi için ölmeyi beklemedim. Hesaplaştım, borcumu ödedim, karşılığındaysa üzerimdeki ipoteği kaldırdım. Aynaya baktım, yansımama yalan söylemedim. Her gelenin üzerime yapıştırdığı etiketleri söküp attım. Her gelenin bana biçtiği kostümleri yırtıp çıkardım. Her gelenin kendince yoğurduğu hamur yumuşaklığımı katılaştırdım. Kendi kendimi yoğurup taşlaştım. En başından beri ne idiysem onu gördüm o aynada; en başından beri benden saklananı, sakladıklarımı, görmezden geldiklerimi gördüm. Kat kat örtüleri kaldırdım, kulak tıkaçlarını çıkarıp attım, maskelerimi düşürdüm. Kendim oldum ve görev tamamlandı.

Emekli bir savaşçı için kılıç, emekli bir öğretmen için tebeşir, emekli bir pilot için gökyüzünde süzülen uçak, emekli bir doktor için steteskop…

İç sesin bile susar artık. Sen onun istediklerini yapıyorsundur, o senin yaptıklarını istiyordur. Yıllar süren bir iktidar kavgasının ardından uzlaşma sağlanmış, barış imzalanmıştır. Görünüşte kimse bir şey kazanmamıştır. Çünkü bir şey kazanmak için verilen bir kavga değildir bu. Taraflar bu önemli gerçeği ancak olan bitenin sonunda görebilmişlerdir. İkisinden birinin üstünlüğü demek yarım olmak demektir. Bütün olmak için bütünleşmek gerekir. Bire ulaşmak.

Hayatın kıyısına yuvarlanıp düşenlerden ayrı, adım adım yolculuğu hayatın kıyısında bitenlerdenim. İçimde bir yankı duymuyorum. Çatlak bir ses yükselmiyor köşelerimden. Duvarlarımdan gözyaşları sızmıyor. Sadece dışarıdan gelen yabancı sesleri duyuyorum.
Geçmişe bakmak, çok önce sadece bir kez görülmüş bir yeri yıllar sonra tekrar görmek gibi. Gelen başka, gelenin gördükleri başka. Daha önce hiç gelinmemiş gibi. Çağrışımsız.
İki kadim kaygım dışında beni endişelendiren bir şey yok artık. Bomboş, geniş bir alan gibi içimin ortasında bir yer. Boş arsalara gecekondu kurar gibi, çöp ya da moloz döker gibi, külüstür bir arabayı bırakır gibi uğrayıp gidiyor insanlar bazen. Onların kaygılarını duyumsuyorum istemsizce. Bana ait olmayanları içimden kovmak için uğraşıyorum. Ömrümde ilk kez içimde bana ait olmayan süprüntüler var. Temizlik yaptıkça rahatlıyorum. Sonrası sessizlik, sakinlik, huzur… Temizliği ertelememeliyim.

Gördüğüm şeylerden benzetmeler devşirmek, duyduklarımı -lazım olur diye- zihnimin odalarında istiflemek sıkça yaptığım şeylerdi. Görüntülerin katmanlarına inerdim, ilk bakışta görünmeyenleri bulup izlerdim. İnsanlar için hikayeler uydururdum. Çoğu acıklıydı ve tüm bunların sonunda hüzün yayılırdı en derinlerime kadar. Üst üste binmiş görüntüleri sabırla tek tek sıyırırdım. Artık gördüğüm şeyler tek boyutlu. Bir fotoğrafa bakar gibi bakıyorum. İnsanlar yine acınacak durumların içindeler, buna alıştım.
Doğa hep etkileyiciydi. Doğanın üyeleri muhteşem bir uyum ve etkileşim içindeydi. Doğadaki her şey sadece kendisiydi. Kendisi olmayan, olamayan, kendi doğasına aykırı davranan insanoğlu dışındaki tüm canlılarda büyülenecek bir şeyler buldum hep. Doğanın eşsiz güzellikteki üyelerinden çok şey öğrendim, öğrendiklerimi içselleştirdim. Artık doğaya yakın yanlarım güçlü, başat, egemen.
İnsanoğlunun toplumsal ve ekonomik kıpırdanışları, çırpınışları, yarışları, itiş kakışları ve tüm bunlardan yorulup yıpranarak çareyi başka yorgunların paralı önerilerinde aramaları eleştirilecek şeyler değil artık benim için, gülünüp geçilecek şeyler de değil. Anlık çakıp sönen silik görüntülerden ibaret hepsi de. Sana asla hitap etmeyen bir reklamın televizyon ekranından gelip geçmesi gibi. Boş ve anlamsız.
Çiçeklerden bal toplamak için kırlara uçan bir arı gibi karışırdım ben de günlük yaşama. Sesler, görüntüler toplardım. Tek tek elden geçirirdim hepsini, ince ince işlerdim. Söz olurdu, yazı olurdu. Kendi imzamı taşırdı. “Bana göre” demenin önemsenen biçimleriydi hepsi de. Anlatmak önemliydi. Söylevi sonlanmış bir konuşmacıyım artık. Anlatılması gereken her şey anlatılmış. Bir arı gibi toplayıcılık yapmanın gereği kalmamış. Kraliçe arı beni azat etmiş. Daha doğrusu ben arı kovanını terk etmişim. Geride kalan her şey geride kalanları ilgilendiriyor.

Sözcüklerin uzağındayım bir zamandır. Şu an satırlarda dizilenler ise bunu anlatmam için bir süredir elimde tuttuklarım sadece. Hayata sözcüksüz bakıyorum bir zamandır. Çok uzun yıllar aynı hayatı paylaşmış bir karı kocanın sadece bakışlarıyla bile birbirlerini anmaları, sözcüksüz anlaşmaları gibi bakıyorum.
Suskun bir gezgin gibi geçiyorum insanların hayatının ortasından, kenarından bazen. Fotoğraf makinesiz, haritasız, not deftersiz, önerisiz… Sadece görüp geçen, anlayan ama anlatmayan bir gezgin… Dilini bilmediği bir ülkeden geçerken konuşmak zorunda kaldığında ezberlenmiş cümleleri yineleyen gezgin…

Kendim için bir kitap yazdım, şimdiyse o kitabın sonuna eklenen boş ve amaçsız sayfalardayım. Konuşmak istediğimde önceki sayfalardan paragraflar okuyorum. Yazmak istediğimde eski yazdıklarımın altını çiziyorum. Dönüp dolaşıp yine o boş sayfalara geliyorum. Yeni sözcükler aramıyorum. Yeni diye bir şey kalmadığını biliyorum. Bu da beni özgür kılıyor.

Sözcüklerin uzağındayım. Heybemdekiler bitti. Geçip gidiyorum…