Uyanıkken KABUS görenin not defterinden… (2)
Çok olan her şeyden korkarım. Oysa
sizin söyleyeceğiniz ne çok şey var, ne çok öneriniz. Kendinize biçip diktiğiniz
hayaller kadar başkaları için de var. Kendi üzerinize oturan ve size yakışan tüm
yaşantıları başkasının da giymesini istiyorsunuz. Başkalarının üzerinde de
görmek istiyorsunuz. Onlara da yakışacağını düşünüyor, düşlüyorsunuz. Bu
kuruntuya nereden kapıldınız? Ne çok kuruntunuz var. Oysa ben çok olan her
şeyden korkarım.
Korkuyorum tüm önerilerinizden. Kendinizden önce başkaları için kurduğunuz hayallerden korkuyorum. Başkaları adına senaryolar
yazıp başkalarının başından aşağıya roller geçiriyorsunuz. Azminiz, çabanız ve uğraşınız
ne kadar da çok. Kendisi okuyamadığı için çocuğunu okutmak, çocuğu
üzerinden güdüsünü tatmin etmek isteyen ebeveynler gibisiniz. Tam da bir ebeveynsiniz.
Bitmek bilmiyor nasihatleriniz.
Aklınızda hep karşıdaki. Aklınız
hep karşıda. Aklınızı kiralamaya neden bu kadar isteklisiniz? İstekten de
geçiyorsunuz bazen. Zorlayıcı oluyorsunuz. Zorbasınız hatta. Kendi doğrularınızı
kabul etsin istiyorsunuz. Sevinçlerinizi, coşkularınızı, heyecanlarınızı ve keyiflerinizi o da yaşasın. O da tatsın siz ne tattıysanız. Sizin sığındığınız o
mutlu ve kutlu hayatın karşınızdaki kişi için karanlık ve rutubetli bir zindan
anlamına gelebileceğini bilmiyorsunuz. Aklınızın ucundan bile geçirmiyorsunuz.
Olasılıkları öldürmüşsünüz. Aklınıza düşmüyor hiçbiri. Bilmiyorsunuz. Sizi ısıtan güneşinizin başkalarını
yakıp kavurabileceğini, yağmurunuzun boğabileceğini, çiçeklerinizden yakıcı
alerjilerin bulaşabileceğini. Anlamıyorsunuz. Bayraklaştırıp da yükseklere
astığınız değerlerinizin başkaları için asılmaktan öte bir anlam
taşımayabileceğini...
Ne çok öneriniz var. Ne çok reçete
yazıyorsunuz hasta zannettiklerinize. Gözünüz ilaç yetiştirilecek hastalar
arıyor her gün, her saat, her an. Otobüsler, minibüsler, taksiler, caddeler,
meydanlar, sokaklar, evler dolusu hasta var size göre. Size dokunan sihirli
değneğin başkaları için işkence sopası olabileceğini bilmiyorsunuz. Sizi iyi
eden ilaçların başkalarını zehirleyebileceğini... Ve dahi zehirlediğini.
Her şeye karşın bitmiyor öneriler. Yalnızken
bile. Uzaklardan yakınlara
geliyor. Telden tele uzanıyor. Afiş üstüne afiş. Görüntü üstüne görüntü. Paket
paket, tarife tarife, kampanya kampanya öneriler… Başlar nereye çevrilse orada bir öneri var. Ne çoksunuz. Ne çok yerden saldırıyorsunuz. İhtiyaçlar
icat ediyorsunuz. Uydurma ihtiyaçlar için uydurulan ne çok şey… Kanlı canlı
insanlardan, ele avuca sığmayan becerileri kuşanmış el avuç cihazlarından,
ekranlardan, kağıtlardan, kartonlardan, afişlerden, panolardan oluk oluk akan
öneriler… Sel gibi. Afat!
Boyumu posumu ölçüp de huyumu suyumu
görüp de (gördüğü halde) bana yeni bir hayat diken terziler! Neden? Bu sahiplenicilik nereden? Gerçeği söyleyin açık seçik, bir kere olsun. Kumaşınızdan daha kaç kişiye yeni bir hayat çıkar? Sizi kim üzdü bu kadar?
Peki, siz kimin önerisini
yaşıyorsunuz? Kaçtığınız şeyin hızı ne kadar? Yok saydığınız şeyin büyüklüğü?
Düşünmek istemediğiniz şey ne kadar yakıcı ve kesici? Cümlelerinizi maşayla
tutup sunmanız bu yüzden mi? Düşünmemek için kendinizi kandırmanız? Dikkatinizin
bizzat kendinizce dağıtılması? Yüzleşmemek, karşılaşmamak için uzak diyarlara
kaçmanız da mı bu yüzden? İçinizdeki aynadan uzak durmanız? Kendinizle baş başa
kalmamanız, kalamamanız? Hiçbir şeyin size yetmeyişi? Sizin hiçbir şeye yetememeniz? Yetişememeniz? Bu yüzden mi? Her şeyi durmaksızın değiştirip durmanız? Terk edişleriniz, elden çıkarışlarınız, iptal edişleriniz, açıp kapatışlarınız? Sıkılgan bir çocuğun yeni
oyuncağıyla tanışması ile ondan bıkması arasındaki kısacık süre kadar tüm heves ve heyecanlarınız.
Varoluşun acısını ve ağırlığını
cümlelere dökmeye güdülenmiş olan aklınıza hedef şaşırtmak için attığınız
işaret fişekleri ne kadar parlak? Stoklarınız ne kadar dolu? Dahası, bir gün
işaret fişeğiniz kalmadığında size ödünç verecek kaç kişi var hayatınızda?
Birisi var mı?
Bir illüzyon sergilemek her gün... O
kadar iyi bir gösteri ki önce illüzyonistler kanmış tüm yanılsamalara. İnandırıcı olabilmek için önce kendileri
inanmışlar. Öylesine kanmışlar ki herkesi oyunun parçası sanmışlar. Şapkadan
tavşan çıkarır gibi öneri üstüne öneri çıkarmak… Yüzlerde asılı kalan gülüşler…
Gözlerinizin uzakları izleyişi ve hiçbir şeyi tam olarak seçemeyişi… Sizi her an her
yere bağlı tutarken ne çok şeyden de koparan o elektronik cihazlarınız… Ne çok kişi ve
şey var avuçlarınızda. Çok. Korkmuyor musunuz bu çokluktan? Dokunmaktan
korkmuyor musunuz o saydam hayatlara? Sırça fanusların kırılıp da parmaklarınızı kesmesinden?
Parmağımı şıklatmayacağım uyanmanız
için. Sizin uykunuz hayatınız olmuş bir kere. Uyurgezer bir ip cambazı gibi
yürüyorsunuz ip gibi gergin hayatınızın üzerinde. Sizi uyandırmayacağım.
Uyanırsanız düşersiniz çünkü. Öldüremem kimsecikleri.
İnsan… Kendisine iyi gelen her şeyin
başkaları için de iyi geleceğine inanmıştır bir kere. Buna kanıt oluşturacak
çok şeyi arayıp da bulmuştur yorulmaksızın. Bulduklarını da başkalarına önermiştir. Birlikte
yaşamanın doğurduğu ortak alışkanlıkları alıp kullanmakla övünmüştür. Ortak
zevkler, ortak duyuşlar, ortak düşünüşler ve ortak davranışlar edinmiştir. Hepsini
öğrenmiştir ve öğretmeyi görev bellemiştir. Öğrenmekten kaçınanları
sevmemiştir. Sürünün dışında kalanlar için kırbaç gibi şaklayan özlü sözler
türetmiştir.
Evet, ben süreden ayrılanım ama kurt
kapmadı beni. Kurdun kendisiyim çünkü. Bambaşka bir postla sarıp sarmalanmış
vaziyette aranızda bulduğumda kendimi, her şeyi anlamak için henüz çok erkendi.
Kim bırakmıştı beni içinize? Kimler için ben çirkin ördek yavrusuydum? Oysa ben
ne ördektim ne de şapkadan çıkartılan tavşan. Kurttum ben ve bunu öğrenmeye vaktiniz
olmadı hiç, öneriler kusup durduğunuz için. Duymadınız beni, kendi sesinizin
kesintisizliğinden. Ulumayı duymadınız.
Kabuğu kaldırıp bakmadınız
altındakilere. Anlayabilmek için elinize bir fırsat geçse siz bunu karşınızdakini değiştirip kendinize benzetmek, kendinize uydurmak için
kullanırdınız zaten. Çevrenizde sizden ne kadar çok olursa kendinizi o kadar
güvende hissedersiniz. Övüncünüz bundan ibaret.
Anlatmak için dinlediniz hep. Dinlemek denilen şey, konuşma sırası size gelene kadar katlandığınız bir süreçti sadece. Can
kulağıyla dinlemediniz hiç. Çünkü karşınızdakine söyleyeceklerinizi üretip düzenlemekle meşguldü zihniniz, karşınızdakinin
ucundan kıyısından dinlediğiniz sözlerine karşıt savlar üretmekle meşguldü.
Onun savlarını yanlışlamak içindi tüm gayretiniz. Bunun için ne çok yanlışa meylettiniz.
Boşlukları görüp göstermek yerine
boşlukları boş şeylerle doldurmayı yeğlediniz. Perdeleri kaldırmak yerine indirmeyi... Ateşe dokunup da yakıcılığı öğrenmek yerine kıvrılıp uyumayı yeğlediniz kenarda
köşede. Kırılıp dökülen önerilerinizi halının altına süpürmeyi... Anlamadan önce
anlamlandırmayı yeğlediniz ve en büyük yanılgınız da buydu işte.
Önerilerinizi oyuncak ettiniz
kendinize. Oynadınız. Oyunlaştırdınız. Oynamayı reddedenleri kandırmak için ne oyunlar
ettiniz. Kimi kez onları oyuna getirip başardınız da. Zorla oyuna kattıklarınızın
oyunbozanlıklarını dilinize doladınız. Önerilerinize kulak asmayanların, sizin gibi
yaşamayanların bir oyun çevirdiklerine inandınız. Bu oyunu bozmak için çabanıza
çaba kattınız. Oyuna geldiniz, oyuna getirdiğinizi sanırken. Varoluşun
gerçekliğinden yalıtılmış bir oyun bahçesine çevirdiniz dünyanızı. Gözünü
bağladınız nice gözbağıyla.
Artık bu toplu oyunun dibi tuttu, büyük
çocuklar! Sizi izlemekten çok sıkıldım. Çok olan her şeyden korkarım. Haydi,
dağılın! Oyuncaklarınızı kendinize saklayın. Kimseyle paylaşmayın. Kırılmasın.
Şimdi tüm okuduklarınızı unutun.
Unutun ki bir tek şey kalsın aklınızda:
Hiçbir önerinizle ilgilenmiyorum ve
hepsini reddediyorum.
Çelişkiye düşmüyorum. Size bir şey
önermiyorum. Önerecek olsaydım şunu yazar bırakırdım: “Kimseye bir şey
önermemeyi öneriyorum.”
Yazdım ve
bıraktım.