13 Haziran 2013

VEHİM


Vehim, sözü söyleyenin değil; dinleyenin bir saptamasıdır.



Aynadaki her çatlak, kendi sırrını döker:

I. 
Her şey güzel ve acıydı. Acının kaynağı içteydi; güzelliğin kaynağı dışta. Birbirinin üzerine çullanan iki büyük gücün arasında sıkışan tampon gibi bir varoluştu benimkisi. Derimin altındakinin basıncıyla dışa bükülen taraflarım, dışarıdakinin baskısıyla tekrar içe eğiliyordu. İki arada bir derede gibi, iki arada bir derideydim. Bitmek bilmeyen bu güç mücadelesinin bir kazananı yoktu. İçten dışa, dıştan içe büküntüler. Eğrilmeler, esnemeler, ezilmeler. Birbirini büyük bir güçle itekleyen ama asla yenişemeyen Sumo güreşçilerinin dev cüsselerinin tam da arasındaydım sanki. İki büyük evrenin başladığı ve bittiği yerdeydim. İki tarafa da ait değildim. Sınırdaydım; dahası, sınırın kendisiydim. Bir kereliğine yitip gitseydi esneklik; iki büyük güç un ufak etseydi arada sıkışmış bütüncüllüğü. Parçacıklar iki evrene dağılsaydı, iki evrenin özüne karışsaydı, iki evreni kaynaştırsaydı. Yin-Yang misali geçseydi birbirinin içine. Bilmeseydim ben, ne içre ne.

II. 
Saklambaçta ebe oldum. Sayıyorum. Önüm, arkam, sağım, solum! Korkuyorum. Arayıp bulmak hiç de iyi olduğum bir konu değildir. Ebe olmak istemiyorum. Çoktan ebe olmuşken bile bunu söyleyebiliyorum. Oysa ben kaçmak ve saklanmak istiyorum. Bulunmamak. Oysa ben, sayıyorum. Sayıklıyor muyum? Gözlerim yumuk; başım duvara yaslı duran koluma gömük. Hiçbir ses duymuyorum. Kimse koşmuyor, kimse konuşmuyor. Kimse yok. Sanıyorum. Sayıyorum. Sayılar arasında fark kalmadığında başımı duvardan çekiyorum. Gözlerim hâlâ yumuk. Kapalı gözkapaklarımın karanlık perdesinde parlayıp çakan bir pandomim oynanıyor. Hiç ses yok. Kulaklarım sessizlikten ağrıyor. Anlıyorum. Korkuyorum. Başlıyorum oracıkta yeniden saymaya. Sonsuzdan geriye.

III. 
Bir hayalin rahmine düştüm. Büyüdüm büyülendim adım adım. En’lerimi büründüm. Doğmadan önce kondu adım. Geliştim, olgunlaştım, dönüştüm. Yalnızca kendimin övüncüydüm. Tam kendime doğmak üzereyken, öldüm. Işığı bir anlığına görmüşken karanlığa gömüldüm. Ölümün sözlük anlamına yeni anlamlar ördüm. Ölü doğan bir varoluşu sırtlandım yürüdüm. Böyle başladı gerçek öyküm. Böyle bitti. Telaşım, ölü doğana hayat aşılamaktır her sabah. Ölü doğana kan enjekte etmek, süresiz kalp masajı uygulamak, suni teneffüs yapmak... Bunu yaşamak sanmıyorum, bunu ölmek saymıyorum. Yaşamın az, ölümün ise çok fazla türü varmış. Öğrendim. Ölü doğan bir varoluşa bitkisel hayat işlemi uygulamak yaşamın az, ölümün çok fazla olmasıymış. Ölüm de yaşarmış. Yaşadım.

IV. 
Yığınağı ve sığınağı vardır insanın. Para, mal, mülk, iş, kariyer, unvan, statü, terfi, taltif, takdir, seçkinlik, saygınlık, emeklilik keseneği, sosyal güvence primleri, poliçe, hisse senedi, fon, bono… Yığınaktır. Aşk, sevgili, eş, aile, çocuk, sıcak yuva, çocuklar için yazılmış istikbal senaryoları, büyüyen ve evlenen çocuğun ailesi, torunun ailesi, belki onun da ailesi, gelecek hayalleri, fotoğraf albümleri, anılar, deneyimler, her şeyin başı sağlık, her şeyin ortası olgunluk, her şeyin sonu, her şeyin bir sonu olduğu… Sığınaktır. Bazıları ise üçüncü bir yol seçer, üçüncü bir sahiplik… Onların ne yığınağı olur ne de sığınağı. Kesintisiz sağanağı olur yalnızca. Her şeyin her an yağabileceği sağanakları…

V. 
Çatlaklardan içeri sızanlar değildir belirleyici olan; dışarı nelerin sızdırıldığıdır. Her büyük temas kaçınılmaz olarak çatlatır insanın varoluş küresini. İçeri sızdırılanlar bir süre sonra garip bir şekilde özümsenir, özleştirilir. Çoğunluk buna “deneyim” demeyi seçmiştir. Kimileri ise içindekileri dışarı sızdırır. Özünü akıtır etrafa. Azınlık buna “deney” demeyi seçmiştir. Emeklemekten yürümeye evrilen yaşamda onlar ayakları yere basmak yerine sallanmayı ve salınmayı sevmiştir. Oturak yerine salıncağı…

VI. 
Kahramanı engeller üzerinden aşırılarak ilerlenen bilgisayar oyunlarındaki gibi, günlerin üzerinden atlardık. Gün atlatırdık. Gün bitip de eve döndüğümüzde, anahtarın yuvada dönme sesini işitip yalnızlığımıza adım atarken anlardık çeteleye bir çentik daha eklendiğini. Bir gün daha atlattık. Bir günü daha atlattık. “Atlatmak” sözcüğü sözlükteki tüm anlamlarını aynı anda aynı cümle içinde barındırırdı. Mutlu muyduk? Mutlu değildik; mutsuz da değildik. “Nötr” olmak en güzeliydi. Bir de atlamak…

VII. 
Sözlerin altında, susulan başka sözler var. Gözlerin ardında, kapanan başka gözler... Paratoner gibidir ruhum, tüm kuşkuları çeker zirvesine. Toprağa aktarır. Tam da bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi, bilmezmiş gibi, toprak gibi yaşamaya devam eder. Bulutlanan cümlelerin gerilim yüklü atmosferinde suskun bir paratoner olmak... Emdiği tüm kuşkuları susmak... Sözlerin altında, susulan başka sözler var. Gözlerin ardında, yaşaran hayaller…