1 Kasım 2016

SUSMAK


Konuşmak zorunluluktur, susmak ise seçim...



DİLSİZ RÜYA

Rüyamda yüksek bir binanın önünde duruyordum. Caddeden gelip geçenler kısık gözlerle bana bakıyordu. Bir şey söyleyecekmiş gibi yaklaşıyorlar, bir şey söylemeden yanımdan geçip gidiyorlardı.
Binanın camdan kapısı açıldı, takım elbiseli adamlar dışarıya çıktı, yanıma geldi. Bana bir şeyler sordular. Susuyordum. Dediklerini anlamıyor muydum? Yoksa yanıtları mı bilmiyordum?
“İşleri bitirdin mi? Yanında getirdin mi? Evraklar çantanda mı? Ayakkabılarını neden giymedin?”
Son soruya takılmıştım. Eğilip baktım, ayakkabılarım yoktu, çoraplarla yere basıyordum. Nedenini bilmiyordum. Başımı kaldırınca binanın camındaki yansımamı gördüm, dehşete düştüm. Ağzım yoktu. Ağzımın olması gerektiği yer dümdüzdü.
Çevremi saran insanlara baktım. Sayıları artmıştı. Meraklı meraklı süzüyorlardı beni. Ağzımın olmadığını gördükleri halde bana sorular soranlar kimlerdi?
O haldeyken konuşmaya çalıştım, başaramadım. Yapmaya çabaladığım şeyin saçmalığına gülenler oldu. Dehşet içindeydim. Ne yapacağımı, kimden nasıl yardım isteyeceğimi bilemiyordum. Çevremi kuşatan meraklı gözlerin sayısı daha da artmıştı.
Birdenbire arkalardan haykırışa benzer bir ses duyuldu. Kafalar geriye döndü. Bir kez daha aynı ses duyuldu. Kalabalık yarıldı. Uzun siyah kıyafetler içinde, soluk tenli, beyaz saçlı, uzun yüzlü bir adam bana doğru yürüdü. Gözleri simsiyahtı, tamamen siyah.
Tam önümde durdu. Yüzüne alaycı bir gülümseme kondurdu. Elini elbisenin diğer kolundan içeri soktu. Parlak, uzun bir bıçak çıkardı. Gülüşü keskinleşti. Bıçağın ucuyla olmayan ağzımı işaret etti.
Korkudan titriyordum. Kalabalık acıyan gözlerle bakıyordu bana. Geri geri birkaç adım attım. Bıçaklı adam dahil herkes hareketsizdi. Geri çekildim, çekildim, çekildim. Ayağım takıldı, derinliğe düştüm.
Uyandığımda vakit sabaha karşıydı. Elimi istemsizce ağzıma attım. Yerindeydi. “Bir, iki, üç... Ses deneme!” Konuşabiliyordum. Rahatlamıştım. Bir süre yatakta oturup rüyayı düşündüm.
İşe gitmek için durakta beklerken insanlara baktım. Kimse konuşmuyordu. Susuyorduk. Peki, kafamızın içinde cümleler cirit atarken sessiz kalmaya “susmak” denebilir miydi?
Susmak eylemini takıntı halinde kurcalamaya ilk o zaman başlamıştım.
Susmak neydi gerçekte?


SORU(N)

Susmak, konuşmamak mıdır? Sessizlik mi? Ağzımın kapalı olması mı? Uyuyan insan için de “Susuyor.” denebilir mi peki? Durakta dikilenler için? TV izleyenler? Susmak tüm bunları kapsar mı?
Yazmak peki? Yazmak da konuşmaya girmez mi? Kendi kendisiyle konuşması değil midir insanın? Zihnimden cümleler geçiyor. Yazıyorum, içimi döküyorum beyaz sayfalara. Defterim beni dinliyor. Konuşmuş olmuyor muyum?
Cep telefonu mesajları? “Geçenlerde konuştuk bunu seninle.” denildiğini işitmiştim bir keresinde. Otobüste, ön koltukta oturan bir kızla erkek konuşuyordu. Kızın “konuşmuştuk” dediği şey mesajlaşmaydı.
Ya iç ses? Onun söyledikleri, sakinleştirmeleri, bazen sataşmaları, kışkırtmaları, hakaretleri, övgüleri, sövgüleri, eleştirileri, yergileri… Onunla giriştiğim sert tartışmalar, sonu gelmeyen kavgalar, anlaşmalar, anlaşma bozmalar… Bazen kalabalığın tam orta yerinde üstelik. Ağzımın sıkı sıkıya kapalı olması yeter mi sustuğumu kanıtlamaya?
Yaz siz? Zihnimdeki konuşmaların dökümünü okurken şu an susmuş mu oluyorsunuz? Çağrışımların zihninizde doğurduğu cümleler, cümleleriniz? Yazılanlara katılıp içinizden “evet” dediğinizde suskun musunuz gerçekten? Katılmayıp da “hayır” dediğinizde? Benim tüm bunları düşündüğümü düşündüğünüzde?
Susmak nedir gerçekte?


YENİSİZLİK

Hayatında yeni bir şey yoktu. Aynı şeyleri anlatıyordu. Aynı şeyleri anlatan birisi aslında susuyordur. Sesli bir susuş…
Yaşayabileceği her şeyi yaşadığına kanaat getirmişti. Rahatlıkla ölebilirdi. Alışkanlık olduğu üzere yaşıyordu. Kişiliğiyle ve geçmişiyle ilgili çözümlemeleri de artık birbirinin tekrarından ibaretti. Bilinen bir şeye farklı bir yönden yaklaşıyordu fakat yeni bir şey çıkmıyordu ortaya.
Ruhunun karanlıkta kalan hiçbir odası yoktu. Tüm dehlizlerine girmişti. Düşe kalka ilerlemiş, el yordamıyla yolunu bulmuş, tüm kapıları açmış, tüm yüzleriyle yüzleşmişti. Korku, acı ve reddedişleri cesaret, güç ve kabullenişe evrilmişti.
Kendisine olan yolculuğu geç başlamış, erken bitirmişti. Belki de zamana yaymak gerekirdi ama o tersini yapmıştı. Geç kalmışlığın yarattığı endişeli bir öfkeye ve ateşli bir telaşa kapılmış, hızlı yol almış, büyük bir oburlukla saldırmıştı hedeflerine. Zamanla hazmedilmesi gerekenleri hızlıca katıştırmıştı ruhuna.
Her şeye karşın geçkindi. Günümüzde hiçbir çalışma alanı olmayan eski bir mesleğin büyük üstadı gibiydi. Ustalığını sergileyebileceği bir alan yoktu. Donanımından ve deneyimlerinden yararlanamıyordu. Kendi gibi insanlarla dolu olsaydı dünya, emeğinin karşılığını alırdı kuşkusuz. Tam tersine, kendi gibilere yer yoktu bu düzende.
Köklerine inmişti ve biliyordu ki köklerine inmeye karar veren kişi karanlığı göze almalıdır. Köklerini bulanların ruhuna karanlık bulaşır. Kendini keşfetmenin bedeli budur. Karanlık bulaşık ruhunla geri çıktığında yukarıya, aydınlığın dünyasında bir uyumsuz olarak yaşamaya mecbur kalırsın. Bir sandık dolusu cümleyle çıksan da yukarıya, derinlerden çıkarttığın o hazinenin hiçbir karşılığı yoktur aydınlığın dünyasında.
Aynı şeyleri farklı insanlara anlatıyordu. Her seferinde azalan bir hevesle üstelik. Sürekli tekrarlayınca sözcüğün anlamsızlaşması gibi anlattıkları da değerini kaybediyordu giderek. İnsanın anlattıkları kendisidir. Anlatılanların değersizleşmesi insanın değersizleşmesidir. Değersizleştiğini, varoluşunun gereksizliğini duyumsuyordu zaman zaman.
Aynı şeyler… Aynı şeyleri düşünüyordu, aynı şeyleri duyumsuyor… Aynı şeyleri yaşıyordu, aynı şeyleri anlatıyor… Aynı şeyleri anlatıyordu. Aynı şeyleri anlatıyordu. Yani susuyordu aslında. Susuyordu aslında. Susuyordu. Sesli bir susuş…


TAŞMA

Boş bir kap gibidir insan ruhu. Kimileri dolduramaz o kabı ömrü boyunca. Kimileri doldurur, kendisini bilir.
Kimileri… Kimileri de sınırı görmekle kalmaz, aşar. Gider, mülteci olur başka varoluşlarda. Kendi kabından taşar. Tanrı misafiri misali girdiği yabancı hayatlarda yaşar. Konargöçerdir. Durmaz, duramaz hiçbir yerde, kök salamaz. Dönüş yolunu kaybetmiştir, dönmez, dönemez. Yazgısı göçebeliktir artık.
Ve göçebeler vakitleri dolduğunda susarlar. Geçici olarak bulundukları başkalarının hayatlarından gidiş vakti geldiğinde. Yaşanacaklar bittiğinde. Başka hayatlara yolculuk vaktini duyuran siren çaldığında.
Kendi kabından taşanlar gerçekten susar.


NOKTA ATIŞ

I.
Bir gün söylersin tüm sustuklarını. Büyü bozulur, boş boş susarsın bu kez.
Dolu bir susuşun hafifliğine, boş bir susuşun ağırlığına şaşarsın.
Birincisi ruhuna kanat takar, ikincisi ayağına prangalar.
Son kez anlar ve son kez susarsın.
Ne dolu
Ne boş.

II.
Suskunluğunda çok şey anlatan insanlarla aramda derin bir bağ vardır.
Gözleri sessiz birer söylevcidir hepsinin.
Tek bir bakışıyla özetler kendisini ve tepeden tırnağa okur sizi.
Okursunuz birbirinizi
Suskun.

III.
Söylediği sözlerin altında sustuğu sözlerini duyabildiğinde
anlayabilirsin bir insanın ruhunu.
Söylenenler çok şey anlatır,
Susulanlar her şeyi.

IV.
Her şey konuşulmuştu.
Erken başlamış, geç bitmişti.
Suskunluğu derin derin solurken akılda tek soru vardı:
"Hiç konuşmasak yine aynı yerde mi olurduk?"
Sormadık bu kez, sustuk.
Aynı yerdeydik
Ama
Aynı kişiler değildik.

V.
Olmak & Kalmak
İnsanlara söyleyecek bir şeyi kalmayanın
gerçekte
kendisine söyleyecek bir şeyi kalmamıştır.
İnsanlara söyleyecek sözü olmayanın
gerçekte
kendisine söyleyecek çok sözü vardır.

VI.
Sessizlerin konuşabileceği kimsesi yoktur, suskunların ise kimsesi.
Sessizlik edilgen eylemlerin, suskunluk ise etken eylemlerin sonucudur.
Sessizler, o anki duruşlarını seçmemiştir; suskunlarınki ise bilinçli bir seçimdir.
Sessizler sessizliklerini terk edebilecekleri fırsatları kollarlar, bulurlarsa kullanırlar.
Suskunlar susuşlarını bozacak şeylerden uzak dururlar.

VII.
Kitabın sonundaki boş sayfalar gibi sustuk.
İstesek kitapla hiç ilgisi olmayan şeyler yazabilirdik o amaçsız sayfalara
ya da istediğimiz gibi bir son.
Bir şey istemiyorduk
Sustuk.

VIII.
Suskunluğa duyulan özlem, konuşmaya değer bir şeyin olmayışından değildir.
Susmaya değer çok şeyin oluşundandır.


KAPANIŞ

_______________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________