Eskitilmiş bir oyunun genişleyen sonundayım.
Yaşayabileceğim her şeyi yaşadım. Vaktinden
çok önce tamamlandım. Çok geç başladı ve çok erken bitti. Çok yoğundu. Şu orta yaşımda,
ortalama yaştaki bir insanın görüp görebileceği her şeyi gördüm. Yaşamaya
devam ediyorsam sadece alışkanlıktan.
Yazmak için kendime zaman açmaya
çalıştığım yıllarda cümlelerim çok doğurgandı. Biri biter bitmez yenisi
doğardı. Anlatılacak çok şey vardı. Geceyi üzerime bir şal gibi örtüp defterime
dökerdim içimdekileri.
Bugün, yazmak için bol vaktim olduğu
halde sıkılmış bir meyve gibi hissediyorum kendimi. Bir posayım. Sanırım, yazacaklarımı
da çok erken bitirdim. Son birkaç damlayı kötü günler için saklamıştım.
Bir kitabın sonundaki boş sayfalardayım.
Anlatılanlar bitmiş çoktan. Yeni bir şey yok. Arka kapağı kapatma isteği
duymuyorum. Yeni bir kitaba geçmeye heveslenmiyorum. Çünkü benim için yeni bir kitap yok.
Her şey yaşandı ve anlatıldı. Yerim yurdum; kitabın sonundaki o boş, o amaçsız,
o gereksiz sayfalar.
Oysa yeniyi seviyordu insanlar. Bense mahallenin en sadık eskicisiydim.
Yeniye geçenlerin, yenilenenlerin, başka hayatlara taşınanların tüm eskilerini
aldım, yüklendim.
Yaşadığım her şeyi biriktirdim. Çöp
ev gibiydi içim. Başkaları yeni bir seçim yaptıklarında geçmişi atıyorlardı
sokağa. Hiç yaşanmamış sayıyorlardı. Yeni doğmuş bebek gibi başlıyorlardı yeni
hayatlarına. Eskilerle birikmiyorlardı, eskiyi biriktirmiyorlardı, elden
çıkarıyorlardı, harcıyorlardı. Bense her şeyi özenle biriktirdim, üst üste
yığdım. Babil Kulesi gibi görkemli bir yükseltide yapayalnız oturuyorum şimdi
eskimişlerle.
Kimse bu denli kimsesiz kalamaz, bu
yalnızlığı biraz da kendin istedin, dedi bir gün iç sesim. Ben istemedim.
Yalnızlık vücut bulmak istiyordu, karşılaştık. Hepsi bu.
Oysa yalnızlık, sözlükte yalnız
kalmış bir sözcükten ibaretti bir zamanlar. Bir festival gibiydi o zamanlar
hayat; geniş katılımlı, coşkulu, sürprizlerle dolu. Çok verimli bir toprak
gibiydi, ne ekersen dolu dolu veriyordu. Doğurgandı. Cömertti. Tekliflerle
doluydu. Bir sürü insanla karşılaştırıyordu, yeni yeni oyunlar açıyordu,
oyunlara dahil ediyordu, kazandırıyordu. Boşluk bırakmamacasına dolduruyordu. Doya
doya emziriyordu. İhtimaller sonsuzdu.
Şimdiyse hayat, bir yas töreni gibi,
bitmeyen bir saygı duruşu. Çorak bir toprak. Vaatsiz. Sürprizsiz. Teklifsiz.
Oyunsuz. Kısır. Cimri. İhtimal yoksunu. Rastlantılar sıfırlanmış. Sömürgeler
gibi, tüm zenginliği yağmalanmış. Köleliğe mahkum. Sıradan. Uçları kıvrılan
eski fotoğrafların tozu. Kuruyan kuyu. Kazandırmayan yatırım. Aynılıkları sünger gibi çekmiş
içine, günler arasında fark kalmamış.
Oysa bir oyun gibiydi eskiden hayat
dediğim, doyumsuz bir oyundu.
Şimdiyse oyunun sonu.
Bir oyunun sonundayım. Kalabalık ve
dipdiri bir coşkuyla başlayan oyunun yalnız ve yaşlanmış sonunda…
Buradan, bu zamandan geriye doğru
bakınca her doğan günle yeniden doğduğum o görkemli hayatımın masalımsı bir
oyun olduğunu çok daha açık görebiliyorum. Her doğan gün, mucizevi bir ödüldü.
Şimdiyse günler, tozlu posta kutusunda biriken ıvır zıvır şeyler gibi, bakmaya
tenezzül etmediğim.
Bir oyunun sonundayım. Kaynayan bir
hevesle ve iştah açıcı bir tatla başlayan oyunun soğuyan ve yavanlaşan sonunda…
Bazen bir tanık arıyorum, o harika günlerin
gerçek olduğunu bana söyleyecek bir tanıdık… Çünkü insan çok iyi bildiği bir şeyi
başkasından duymaya ihtiyaç duyuyor bazen, dinlemek istiyor. Olmuyor. Kimse
konuşmuyor. Kendime söylüyorum duymak istediklerimi. Tüm tanıklar hafıza
kaybına uğramış.
Bir oyunun sonundayım. Çocuksu bir yorulmazlıkla
ve parlak ışıklar altında başlayan oyunun yorgun ve sönük sonunda…
Her şeyin gün gelip de tükendiğini
unuturcasına bir kendini kaptırıştı yaşanan. Dünsüzdük. Yarınsızdık. Bitimsiz
bir şimdideydik. Zamanı genişletip yayabilme yeteneğine sahiptik. Canımız ne
istiyorsa yapıyorduk. Düşüncelerimiz okunuyordu da tüm aklımızdan geçenler bir bir karşımıza
çıkarılıyordu sanki. Tüm dileklerimiz gerçek oluyordu. Bir peri kızı çıkmıştı
sanki karşımıza; bir dilek hakkınız var, seçin, demişti. Tüm dileklerimizi
gerçekleştirecek sihirli bir değnek dilemiştik biz de.
Geldi, geçti.
Akşam ezanıyla evlere dağılan
çocuklar gibi oyunu terk etti diğerleri. Bense geri döneceklerini umarak
bekledim durdum. Kimse dönmedi. Bekleyişim dinmedi.
Çoğul kişiyle başlayan bir oyunun
tekil kişili sonundayım. Yeni bir oyun yok, yeni hiçbir şey yok. Görebileceğim
her şeyi gördüm. Söyleyebileceğim her şeyi söyledim. Yazabileceklerimi yazdım. Bundan
sonrası; katılaşan alışkanlıklar, tavsayan uğraşlar, bıktırıcı zorunluluklar, bunaltıcı
tekrarlar…
Oyunun sonundayım. Duruyorum.
Herkes yeni hayatına kaçıp saklanmış.
Önüm, arkam, sağım, solum, yalnızlık.