Ben yaşamı değil, yaşama uğraşını
anlattım. Yaşam bizi taşımaz, biz yaşamı taşırız ve bu çok yoran, yıpratan bir
uğraştır. Emeğinin karşılığı ise, yaşamaktır.
“Sen ne yaşadın?” demeseydin konuşmayacaktım.
“Ne yaşadın?” değil, “Ne yaşardın?” olmalıydı soru ve bu artık seni hiç
ilgilendirmiyor.
…
Ben birçok öykü anlattım size.
Korkunç, karanlık, gerçeküstü, çıkmaz sokaklı, sözcüklerin birbirini
boğazladığı, kılıç seslerinin kulak zarlarını zımparaladığı… Derin kuyuya
atılan kocaman bir taşın çıkartacağı küçücük sesin merakla beklendiği… Delilerin
ve akıllıların birbirine karıştığı… En kudretli şövalyelerin bir tüy darbesine
kurban gittiği… Kendi boğuk çığlıklarıyla kulakları sağır olanların acı acı kıvrandığı…
Toplumsal Gerçekler Ülkesi’nin diktatör yönetimince darağacına gönderilen
Hayal’lerin kapkara kanayan gölgelerinin bir bir toprağa düştüğü…
Haydi, haksızlık etmeyeyim; kimi
zaman da aydınlık, mutlu, umutlu… İtiraf ediyorum, mutlu ve aydınlık öykülerin
hiçbiri benim değildi. İnanmayarak anlattım. Anlattım çünkü bunlara ihtiyacınız
vardı o an. Ben yalnızca bir aracıydım.
Benim öykülerim karanlığa çıkar. Siyaha
ve karanlığa haksızlık etmiş, onları öcü bellemiş Toplumsal Gerçekler
Ülkesi’nde anlatmak zordu bu tür öyküleri. Bu gerçekleri/gerçeklikleri bile
bile dinlediniz beni hep. Her şeyin farkındaydınız. Masalın sonunu merakla
bekleyen bir çocuğun bakışları yoktu gözlerinizde hiç. Anladım.
Ben birçok öykü anlattım size. Kimisi
aslında sizin yaşadıklarınızdan çok da farklı değildi. İnsan aynaya bakmayı
sever. Siz de benim anlattıklarımda kendinizi izlemeyi sevdiniz. Her ayrıntıya
takılıp sorular sormanızdan, kesik kesik dinleme alışkanlığınızdan anladım. Bir
de her bozuk varsaydığınız şeyleri yerli yersiz düzeltme uğraşınızdan…
Ben birçok öykü anlattım size. Kimisi
yüksek perdeden… Duymak istedikleriniz değildi hiçbiri. Ebeveynlerin,
öğretmenlerin anlattığı masallarla büyüyen kulaklara layık değildi. Kişisel
gelişimcilerin ortaya karışık salataları değildi size sunduklarım. Benden insanlığın
ezikliklerini, yalnızlıklarını, yoksunluklarını, iğneyle kuyu kazışlarını,
ağrılı çaresizliklerini dinlediniz. Sanatın, edebiyatın, müziğin ve daha birçok
şeyin işte tam da bu eksikleri doldurma, yanlışları düzeltme telaşı/uğraşı
olduğunu söyledim. İnanmadınız değil, inanmak istemediniz. Dinlerken
gözlerinizi sağ alt tarafa kaydırmanızdan anladım.
Beğendiniz, beğenmediniz.
Onayladınız, onaylamadınız. Takdir ettiniz, küçümsediniz. Hoşlandınız, rahatsız
oldunuz. Sevdiniz, nefret ettiniz. Tüm anlatılanların geçici olduğunu
düşündünüz. Yazık! Doğru sözcük, "seçici" olmalıydı. Yanıldınız.
Şimdi o öyküleri bırakıyorum size.
Herhangi bir öyküye ayrıcalık tanıyıp diğerlerinden üstün tutmayın. Haksızlık
etmeyin hiçbirine. Uyumadan önce dinlenen masal gibi olana da uyku kaçıran bir
karabasan gibi olana da… Bir kere anlatın istediğiniz herhangi birine, sonra
unutun. Sizden çıksınlar. Kurtulun. Arkanıza bakmadan kaçın. Anlatamadıklarınızı
umudunuzun ateşiyle tutuşturup yakın zihninizin en kuytu köşesinde. Yakın!
Meraklanmayın. Ben üstüme örterim
karanlığı.
…
Yine sorduğun için söylüyorum: Ben
paylaşmak için anlatmadım. Yol göstermek, gözden kaçırılanlara dikkat çekmek,
bir gizemi açıklamak için değil. Haddimi bilirim. Çünkü Sınır’ı gördüm. Modern
zaman bilgeliği… Bu, öyle bir bilgelik ki yalnızca insanın kendisini kurtarır.
Başka kimseye merhem olmaz söylenenler. Dahası, küçümsenirsin küçük kalmışların
gözünde.
Ben paylaşmak için anlatmadım.
Ben anlatmak için paylaşmadım.
Ben yalnızca anlattım.
Yalnız/ca.