Kapı olduğunu unutmuş
bir kapı önünde, "gelen" olduğunu bilmeyen sen…
AYAK SESLERİ
Biri gelir, bilirsin. "Neden
o?" Cevap, o! Odur! Bilirsin. Bildiğini susarsın. Susmak, konuşmamak
değildir. Bilirsin, gidecektir. Susarsın.
Unuttuğun bir şeyi, unuttuğunu bile
unuttuğunu, yıllar sonra biri anımsatır sana kendi bile bilmeden. Geçsindir,
geçkinsindir, geçmişsin...
Tam da kenarında hayatın; durgun,
suskun, yorgun... Günler arasında fark yokken gelen... Başını kaldırırsın
yerden. Çok geç.
Kendini bilmek haddini bilmektir.
Bilirim. Hafıza kaybına eştir geçen zaman. Karanlıktaki kıvılcım... İzlerim
sadece. Bilmezsin, bilirim.
Seni uzun zamandır tanıyor gibiyim.
Oysa kısacık geçen zaman. “Seni uzun zamandır tanıyorum.” demek isterdim. Oysa
kısacık zaman.
Sağlam olması için büyük emek
verdiğin ve nice savaşın eskitemediği zırhın bir bakmışsın en sağlam yerinden
delinmiş, bir tüy darbesiyle.
MANİFESTO
Kağıt, zırhım; kalemim, kılıcımdır. Ama altında yatan ruhum titrer hep. Bilmezsin, zırhsız ve kılıçsız kimim ben?
Ben de bilmem, alıştım teçhizatımla yaşamaya. Çıplak kalmadım çok uzun
zamandır.
Kiminle tanıştırayım seni, kimimle?
Her savaş dönüştürdü beni. Ayakta kalabilmek için silah değiştirdim hep, zırh
değiştirdim, taktik değiştirdim. Değiştim. Bir gün, uğruna savaşılacak bir
şey kalmadığında kaleye çekildim. Yüksek yüksek duvarlar ardında yaşıyorum
nicedir. Bilmezsin, iradenle girersin ama kendi isteğinle çıkamazsın.
Çok büyük savaşlar gördüm,
birçoğunda kurtuluş umudu sıfıra yakındı. Öğrendim ki sıfıra yaklaştıkça
büyürmüş insan. Hiçe sürüklendikçe hepleşirmiş. Sıfır, bazıları için
tükeniştir; bazıları içinse elde edilen bir şey. Elde edilir ama kimseyle
paylaşılamaz.
Şimdi sen, uzun zaman sonra, uzun
kavramının bile ne olduğunu unuttuğum bir zaman sonrasında, kapımdasın. Kimseye
açılmaya açılmaya kapı olduğunu unutmuş bir kapı önünde…
Bilmiyorsun sen de.
Yeteneklerimin bu
hayatta pek de işime yarayacak şeyler olmadığını öğrendiğimde çok geçti, başka
donanımlar edinmek için çok geç... Bu öyle bir şey ki iyi yaptığını düşündüğün
bir şey için kıyasıya eleştirilirsin. Doğru hareket ettiğini sanırken yanlışlar
silsilesi içinde kaldığını vururlar yüzüne acımadan, dan dan dan! “İşe yaramaz.”
dediğin şeyi beğenirler tersine. Anlamazsın onları, onlar da seni anlamaz. Anlasalardı sen
de onlardan biri olurdun zaten.
Zaman geçer… Senin bir istasyonda
sefer planlarını incelemekle geçirdiğin süre içinde herkes gideceği yöne yol
almıştır çoktan. Bütüncül yapıda bir insan olamamayı o istasyon anlatır en güzel.
Çocukluktan beri içinde bağırıp duran seslerden hangisini dinleyeceğine karar
verememiş biri olarak bakarsın gidenlerin ardından, hep bakarsın, hep…
Her karar bir fedakarlıktır çünkü.
Diğerini terk etmektir. Her sesi dinleyip her şeyi yapmak istemenin bedeli o
istasyonda yapayalnız beklemektir, yalnızca beklemek, beklemek…
Uçaktan çekilmiş tarla fotoğrafları
gibidir ruhum. Renk renk, biçim biçim, boyut boyut tarlalar gibi. Kimisinde eşsiz
güzellikte bitkiler yetiştirilir. Kimisinde zehirli bitkiler… Kimisi zararlı
haşeratın işgali altındadır. Kimisi verimli, cömert. Kimisi köstebek yuvası,
delik deşik derinleri. Kimisi adeta bir korkuluk tarlası, adım atamazsın korkundan. Kimisi bataklık, küf kokulu, sisli; üzerinde gezinmeye yelteneni
alır da vermez geri. Kimisi kurak, çatlak çatlak. Kimisi süresiz nadasa
bırakılmış, bitmeyen bir dinlenme molası. Kimisi yangın yeri, sönmez ateşi.
Kimisi kum fırtınalarına teslim. Kimisi huzur beldesi; sessiz sakin, boş bir
arazi. Kimisi depremlerle altüst olmuş…
Hepsindeyim.
Hepsiyim.
Sen hangisine ayak bastın farkına varmaksızın?
Yükseldiğim hızla düşerim ben, anlamazsın
bile. Bayraklaştırıp göklere çıkardığım bir şeyi ayaklarımın altında bulursun
bir gün. Ve tam tersi.
İçimdeki taht kavgaları büyük olur
hep. Başa geçenin iktidar ömrü uzadıkça kendimi o sanmaya başlarım. O olduğumu
düşündükçe ona benzerim, ona benzedikçe bağımlılığım artar düzene. Bir gün
bıçak gibi kesilir hükümranlığım. Her şeye baştan başlarım.
Sen başlangıç mısın? Başlamadan bitecek
olan mı?
Dipsiz bir kuyu gibidir bir yanım.
Ne atarsan at içine, ses duyamazsın. Yanıt vermez kimseye, bana bile. Karadelik
gibi yutar. Tam da bu yüzden yaşanmamış gibi unutabilirim bazı şeyleri.
Sert kayadan oyma bir yazıt gibidir
bir yanım. Zor kazınır, asla silinmez. Neler neler yaşanır da unutulmaz. Ne
yaparsan yap asla değiştiremezsin, “Yenilerini yazayım.” desen nice zahmete
girersin. Tam da bu yüzden sonsuza dek yaşayacakmışım gibi unutmam bazı
şeyleri.
Unutmaya mı geldin, unutulmaya mı,
unutulmamaya mı?
Ve karanlık bir köşe vardır içimde,
en dipte. Karanlık bir ses…
Onu dinleseydim başka biri olurdum.
Dinlemedim, başka biri oldum.
Ya sen? Başka biri olarak mı geldin bu
başka birine? Başkası olmak için mi?
AYNA
Senden söz etmeye yeltenmişken bile
kendimi anlattım. Öylesine çok benle doluyum ki benden başkası barınamaz
içimde. Bireyselliğin sarp doruğunda tek başıma yaşarım.
Beklenmedik bir şey oldu bu kez. Sana
baktım, çocukluğumu gördüm, bir çocuk gördüm sende. Büyük rolü oynayan, rolünü
de iyi beceren bir çocuk. Oyun oynamak istiyor bendeki çocuk seninkiyle.
Çağıracak mısın? Çağrılmadan sokağa
çıkmayan çocuklardandım ben hep, hâlâ da öyleyim. Çağırılmazsa unutan, unutulan…
ANLAMAK
Anladım.
GİDEN
Karanlık ve ürkütücü görkemiyle
yükselen kasvetli bir kalenin karanlık lorduyum ben. Yıllar var… Yıllardır
karanlık heybetinden korkup kaçan… Kaçanlar var. Çetelesini tutmadım asla.
Yıllar sonra kapı dibine kadar
gelendin sen. Diğerlerinden farkın, bunu bilmemen, bilmeyecek olman.
Ve artık gidensin sen.