14 Şubat 2016

SON/UÇ


Hepsini istemek hiçleşmeyle sonlanır.



SOFRA

Hayat bir sofra. Bazen tek başınasın masada. Tatsız tuzsuz, yavan, soğuk bir yemek. Zorunlu yapılan bir iş. Görev gibi. Neyi, ne kadar sevdiğinin; neyi, ne kadar beklediğinin pek bir önemi yok. İştah, anlamı bilinmeyen sözcük. Cümlesiz.
Bazen de kalabalık bir masada… Neşeli, eğlenceli, gürül gürül… Bitmesini istemiyorsun. Hayat bir bayram yemeği bazen. Neyin, ne kadar değerli ve önemli olduğunun ölçüsü.
Bugüne kadar önüme gelen yemeklerin bazıları doyumsuzdu. Bazıları ağzımın tadını bozdu. Bazıları kusturdu.
Bir zamandır yemek konmuyor masaya. Kalanlarla idare ediyorum. Mutfaktan tıkırtılar geliyor oysa. Kapı açılmıyor, kimse gelmiyor.
Doyurucu bir yemek mi hazırlanıyor, yoksa bulaşıklar mı yıkanıyor? Kalkıp gitmeli miyim, durup beklemeli mi? Kalsam buna değecek mi? Gitsem büyük bir ziyafeti mi kaçırmış olacağım?
Mutfaktan tıkırtılar geliyor. Son hazırlıklar mı yapılıyor, yoksa yıkananlar raflara mı kaldırılıyor?
Kalkmalı mıyım? Kalmalı mıyım?
Tıkır tıkır…
Kalabalık neşemizin parlak ışığında büyük bir keyifle yiyip içtiğimiz günleri ölçü alırsam kalırım. Şölendi hepsi.
Yalnızlığın soğuk gölgesinde nemli bir hüzünle zoraki yiyip içtiğim günlere bakarsam durmam, giderim. Yas töreniydi hepsi.
Bekliyorum. Bilemiyorum.
Tıkır tıkır…

BULANIK SU

Fırçamı su dolu kaba batırıp çıkardım. Her renge tek tek dokundurdum. Her renkten, her tondan boyadım. Sonra yine suya daldırdım.
Hiçbiri eksik kalmamalı, dedim. Hepsine, hepsine, hepsine bulaştırdım fırçamı. Boyadım, boyadım, boyadım.
Tablo tamamlandığında çok yorgundum, uyuyakaldım.
Neden sonra uyandım. Tablom yoktu, gitmişti. Geriye her renge bulanmış bir kap su kalmıştı.
Hepsini isterken sonunda hiçbir renge benzemeyen…
Hiç.

EVE DÖNEN KEDİ

Geçmiş, bir kedi gibiydi. Bazen sokulgan, dost, sıcak, sevecen, komik, mırmır, bıcırık… Bazen hırçın, huzursuz, aksi, itici, başına buyruk, tırmık…
Bu çelişkiden yoruldum, sıkıldım sonunda. Evden uzağa götürüp bıraktım onu bir gün. Arkama dönüp bakmadım. Unutmayı seçtim. Unuttum.
Çok zaman geçti üstünden.
Söylenenler doğruymuş. Bir gün anısızın çıkageldi kedi. Kırgın, kızgın, üzgün, küskün. Tedirgin, mesafeli, kuşkucu. Burnu sürtülmüş. Yorgun. Törpülenmiş bir gururla suskun. Gözlerinde sönük bir öfke, yalvarmayan bir kabul, sessiz sitem.
Bir köşede duruyor şimdi öylece. Bakıyor. Bakışıyoruz. Teklifsiz.
Anlıyorum. Kurtulduğunu sandığın her şey bir gün bir şekilde geri döner.
Geçmiş ölmez.

KORKU

Çocukken en büyük korkum büyümekti. Yaşıtlarımın büyümek için acele ettiği yaşlarda ben elimden gelse büyümeyi durdururdum. Üstelik sadece kendiminkini değil.
Benliğimi sarıp kuşatan bu garip ve güçlü arzuya tam olarak ne zaman ve nasıl kapılmıştım? Böylesi bir direncin kaynağı neydi?
Yaş almaktan, yaşlanmaktan ölesiye korkardım. “Çocuk” sıfatımın bir gün üzerimden düşüp gideceğini düşündükçe göğsüme bir ağırlık oturur, soluğumu keserdi. Kalbim yangın yeri, ellerim buz…
Büyümeyi durdurabilmeyi hayal etmek, evet, çılgınca, garip, fantastik. Çocukça! Evet, tam da bu yüzden! Çocuk-ça!
Çünkü biliyordum, büyümek her şeyin ve herkesin değişmesi demekti. Değişimden korkuyordum. Elimdeki, elimizdeki güzelliklerin yitip gitmesinden… Masalımsı dünyamızın yok olmasından… Sorunları hep büyüklerin düşünüp çözmek zorunda olduğu o her tür yükten azade zamanlarımızın geçip gitmesinden… Kutlu özgürlüğümüzü kaybetmekten… Korkardım.
Büyüdüm, büyüdük. Her şey tam da korktuğum gibi gerçekleşti. Her şey ve herkes değişti. Sevdiğim ne varsa biçim değiştirdi, yeni yeni kalıplara döküldü, tüm özgünlüğünü yitirdi. Ve özgünlüğün yitimi özgürlüğün yitimiydi.
Büyümeyi sevenlerin arasında yaşayıp onlar gibi görünüp aslında onlardan biri olmamak… Bununla içten içe gurur duymak… Benim payıma düşen.
Evet, olgunlaştınız baylar bayanlar! Artık gönül rahatlığıyla çürüyebilirsiniz!
Oyun bitti.
Tanıdığım, bildiğim her şey efsunlu havasından, eşsiz güzelliğinden, baş döndürücü görkeminden sıyrıldı. Bugün hiçbir şey eskisi gibi değil, hiç kimse! Oysa benim bir inanca bağlanır gibi, bir ideolojiye kendini adar gibi, bir öğretiye ömür verir gibi yücelttiğim ne varsa içimde yaşıyor hâlâ.
Hedefinize ulaştınız baylar bayanlar! Artık fethedilecek bir dünya yok.
Doğaçlama yok, ezber var. Anda olmak yok, gelecek var. Dolu dolu zaman geçirmek yok, boş işlere harcanan boş zamanlar var.
Kalpler deli gibi çarpıyor; heyecandan değil, koşuşturmaktan. Kalpler ağır ağır atıyor, rüyalara dalmaktan değil, doymuşluktan.
Tebrikler. Meyveleriniz pek olgun.
Bense bıraktığınız yerdeyim, cebimde saklı nice tohumla.

SON/UÇ

Bir sofradayım yapayalnız. Masada kırıntılar… Tüm renklere bulanıp hiçleşmiş bir kap su…
Kedi köşede sessizce oturuyor, boş boş bakıyor.
Tıkır tıkır… Tıkırtılar geliyor mutfaktan. Korkuyorum çocukça.
Kalmalı mıyım, yoksa kaçıp yatağımın altına mı saklanmalı?...