SOFRA
Hayat bir sofra. Bazen tek başınasın
masada. Tatsız tuzsuz, yavan, soğuk bir yemek. Zorunlu yapılan bir iş. Görev
gibi. Neyi, ne kadar sevdiğinin; neyi, ne kadar beklediğinin pek bir önemi yok.
İştah, anlamı bilinmeyen sözcük. Cümlesiz.
Bazen de kalabalık bir masada… Neşeli,
eğlenceli, gürül gürül… Bitmesini istemiyorsun. Hayat bir bayram yemeği bazen.
Neyin, ne kadar değerli ve önemli olduğunun ölçüsü.
Bugüne kadar önüme gelen yemeklerin
bazıları doyumsuzdu. Bazıları ağzımın tadını bozdu. Bazıları kusturdu.
Bir zamandır yemek konmuyor masaya.
Kalanlarla idare ediyorum. Mutfaktan tıkırtılar geliyor oysa. Kapı açılmıyor,
kimse gelmiyor.
Doyurucu bir yemek mi hazırlanıyor,
yoksa bulaşıklar mı yıkanıyor? Kalkıp gitmeli miyim, durup beklemeli mi? Kalsam
buna değecek mi? Gitsem büyük bir ziyafeti mi kaçırmış olacağım?
Mutfaktan tıkırtılar geliyor. Son
hazırlıklar mı yapılıyor, yoksa yıkananlar raflara mı kaldırılıyor?
Kalkmalı mıyım? Kalmalı mıyım?
Tıkır tıkır…
Kalabalık neşemizin parlak ışığında
büyük bir keyifle yiyip içtiğimiz günleri ölçü alırsam kalırım. Şölendi hepsi.
Yalnızlığın soğuk gölgesinde nemli
bir hüzünle zoraki yiyip içtiğim günlere bakarsam durmam, giderim. Yas
töreniydi hepsi.
Bekliyorum. Bilemiyorum.
Tıkır tıkır…
BULANIK SU
Fırçamı su dolu kaba batırıp
çıkardım. Her renge tek tek dokundurdum. Her renkten, her tondan boyadım. Sonra
yine suya daldırdım.
Hiçbiri eksik kalmamalı, dedim. Hepsine,
hepsine, hepsine bulaştırdım fırçamı. Boyadım, boyadım, boyadım.
Tablo tamamlandığında çok yorgundum,
uyuyakaldım.
Neden sonra uyandım. Tablom yoktu, gitmişti.
Geriye her renge bulanmış bir kap su kalmıştı.
Hepsini isterken sonunda hiçbir
renge benzemeyen…
Hiç.
EVE DÖNEN KEDİ
Geçmiş, bir kedi gibiydi. Bazen
sokulgan, dost, sıcak, sevecen, komik, mırmır, bıcırık… Bazen hırçın, huzursuz,
aksi, itici, başına buyruk, tırmık…
Bu çelişkiden yoruldum, sıkıldım
sonunda. Evden uzağa götürüp bıraktım onu bir gün. Arkama dönüp bakmadım. Unutmayı
seçtim. Unuttum.
Çok zaman geçti üstünden.
Söylenenler doğruymuş. Bir gün anısızın
çıkageldi kedi. Kırgın, kızgın, üzgün, küskün. Tedirgin, mesafeli, kuşkucu. Burnu
sürtülmüş. Yorgun. Törpülenmiş bir gururla suskun. Gözlerinde sönük bir öfke,
yalvarmayan bir kabul, sessiz sitem.
Bir köşede duruyor şimdi öylece.
Bakıyor. Bakışıyoruz. Teklifsiz.
Anlıyorum. Kurtulduğunu sandığın her
şey bir gün bir şekilde geri döner.
Geçmiş ölmez.
KORKU
Çocukken en büyük korkum büyümekti.
Yaşıtlarımın büyümek için acele ettiği yaşlarda ben elimden gelse büyümeyi
durdururdum. Üstelik sadece kendiminkini değil.
Benliğimi sarıp kuşatan bu garip ve
güçlü arzuya tam olarak ne zaman ve nasıl kapılmıştım? Böylesi bir direncin
kaynağı neydi?
Yaş almaktan, yaşlanmaktan ölesiye
korkardım. “Çocuk” sıfatımın bir gün üzerimden düşüp gideceğini düşündükçe
göğsüme bir ağırlık oturur, soluğumu keserdi. Kalbim yangın yeri, ellerim buz…
Büyümeyi durdurabilmeyi hayal etmek,
evet, çılgınca, garip, fantastik. Çocukça! Evet, tam da bu yüzden! Çocuk-ça!
Çünkü biliyordum, büyümek her şeyin
ve herkesin değişmesi demekti. Değişimden korkuyordum. Elimdeki, elimizdeki
güzelliklerin yitip gitmesinden… Masalımsı dünyamızın yok olmasından… Sorunları
hep büyüklerin düşünüp çözmek zorunda olduğu o her tür yükten azade zamanlarımızın
geçip gitmesinden… Kutlu özgürlüğümüzü kaybetmekten… Korkardım.
Büyüdüm, büyüdük. Her şey tam da
korktuğum gibi gerçekleşti. Her şey ve herkes değişti. Sevdiğim ne varsa biçim
değiştirdi, yeni yeni kalıplara döküldü, tüm özgünlüğünü yitirdi. Ve özgünlüğün
yitimi özgürlüğün yitimiydi.
Büyümeyi sevenlerin arasında yaşayıp
onlar gibi görünüp aslında onlardan biri olmamak… Bununla içten içe gurur
duymak… Benim payıma düşen.
Evet, olgunlaştınız baylar bayanlar!
Artık gönül rahatlığıyla çürüyebilirsiniz!
Oyun bitti.
Tanıdığım, bildiğim her şey efsunlu
havasından, eşsiz güzelliğinden, baş döndürücü görkeminden sıyrıldı. Bugün
hiçbir şey eskisi gibi değil, hiç kimse! Oysa benim bir inanca bağlanır gibi,
bir ideolojiye kendini adar gibi, bir öğretiye ömür verir gibi yücelttiğim ne
varsa içimde yaşıyor hâlâ.
Hedefinize ulaştınız baylar
bayanlar! Artık fethedilecek bir dünya yok.
Doğaçlama yok, ezber var. Anda olmak
yok, gelecek var. Dolu dolu zaman geçirmek yok, boş işlere harcanan boş
zamanlar var.
Kalpler deli gibi çarpıyor;
heyecandan değil, koşuşturmaktan. Kalpler ağır ağır atıyor, rüyalara dalmaktan
değil, doymuşluktan.
Tebrikler. Meyveleriniz pek olgun.
Bense bıraktığınız yerdeyim, cebimde
saklı nice tohumla.
SON/UÇ
Bir sofradayım yapayalnız. Masada
kırıntılar… Tüm renklere bulanıp hiçleşmiş bir kap su…
Kedi köşede sessizce oturuyor, boş
boş bakıyor.
Tıkır tıkır… Tıkırtılar geliyor
mutfaktan. Korkuyorum çocukça.
Kalmalı mıyım, yoksa kaçıp yatağımın
altına mı saklanmalı?...