23 Şubat 2023

İYİLEŞMEYİ REDDEDİYORUM

 

Depremden sonra dönülmesi düşünülen normale reddiye…


Ülke tarihinin en büyük yıkımı yaşandı, yaşanıyor. Televizyonlara yansımayan (yansıtılamayacak) görüntüler izledik, sevdiklerini yitirmiş insanların kısacık veda yazılarını okuduk sosyal medyada. Haritadan silinircesine yerle bir olan, karanlığa gömülen, medeniyetin yok olduğu kentlerde hayatta kalmaya çalışan insanların çilesine tanık olduk. Kendi üstümüze devrildik.

Enkaz altında sevdiklerinin yardım çığlıklarını duyup hiçbir şey yapamamak, bir süre sonra da o seslerin kesilmesi neye yol açar insanda? Göçük altında soğuktan donarak can verdiler ağır ağır, ağrılı ağrılı. Yakınları, beton yığınına dönüşen evlerinin onlara yavaş yavaş mezar oluşunu izledi çaresiz. Bu çöküşün travmasına iyi gelecek bir iyileştirme planlaması var mı gerçekten? Bu insanlara umutlu bir söz söylemeye ilk kim yeltenecek peki?

Ağabeyinin, yengesinin ve iki küçük yeğeninin enkazdan ölü çıkarıldıklarını anlatan bir genç şunları söyledi: “Çocuklardan biri ağabeyime, diğeri yengeme sarılmıştı. Birbirlerinin ölümlerine tanık oldular mı acaba? Önce hangisi öldü, en son kim? O ağır sancılı çaresizlik içinde ne hissettiler? Yoksa bina yıkıldığı an mı öldüler? İnsan bunu diler mi?”

Yıkıntılar içinde çocuklarının oyuncaklarını toplayan, eline geçen giysileri koklayan, aklını yitirmişçesine salınıp acı acı bağıran babaya ne diyeceğiz mesela? Annesi, babası, iki kardeşi enkazdan ölü olarak çıkartılan ve “Hayatta kaybedecek bir şeyim kalmadı.” diyen genç kızı teselli etme cüretini kim gösterecek ilkin?

Taban ile tavan arasında sıkışıp yatağında ölüm uykusundaki kızının enkazdan dışarı sarkan soğuk elini tutan babayı çöktüğü yerden kaldırmaya kimin gücü yetecek? Dünyası başına yıkılarak yürüyen enkaza dönüşen o adamı çekip alacak bir kurtarma planı var mı?

Binlerce fotoğraf, video, söz, yazı var buraya sığdırılamayacak ve hiçbiri diğerinden daha önemsiz değil. Hayatını en acı biçimde yitirenler, onların yakınları, yaralısı ve cenazesi kaybolanlar, en temel yaşamsal gereksinimlerini karşılayamayan depremzedeler, terk edilen yıkık kentler, iç göç, ekonomik yıkım, hayvanların çektiği eziyetler, doğa ve çevre sorunları... Öylesine çok yönlü ve çok katmanlı bir yıkım ki bu, her bir katı başlı başına trajedi.

Tüm bunları düşünüp hissederken derinden, birilerince normale dönmek konu ediliyor. Normal mi? Bu ülkenin bir normali olduğuna nasıl ikna oldunuz pardon? Yüreklerin alamayacağı kadar büyük bir acı yaşanırken normale dönmeyi teklif/telkin etmek normal mi sizce?

Geçmiş yıkımlardan ders alınmayışına -yeri ve zamanı değil diye şimdilik- buz gibi susarken içimizin karasını dökmeyecek miyiz? Evet, karamsarlık hem de en koyusundan! İyimser olmak için bir sebep göremiyorum. İyileşmek için bir sebep göremiyorum.

“Hayat devam ediyor.” diyorlar bir de! Hangi hayat? Bedenin yaşamsal işlevlerini yerine getirdiği hayat mı? Hayat bundan mı ibaret? Hayat bundan çok daha fazlasıdır ve o hayat bazen havada asılı kalır. Bilinçli bir bitkisel hayat kalır insanın elinde. Bir facia tablosu gibi donar, devam etmez, edemez.

Televizyon kanalları bile ufak ufak, alıştıra alıştıra eski düzenine dönmeye yönelmişken ve toplum unutuşa yatmaya doğru hazırlanırken derideki kıymık gibi acıtsın, rahatsız etsin istiyorum tüm o ayrıntılar. Unuta unuta, normale döne döne, geçmişe sünger çeke çeke hafızası silinmiş bir topluma unutkanlığa iyi gelecek reçeteye ihtiyaç var. 

“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” dediği gibi yazarın, nasıl yaşadığına da bakılsın artık. Çağdaş, uygar bir yaşamı dibine kadar hak eden bu ülke insanlarının yapacağı şey unutmamaktır bundan sonra. Bir şeyler kökten değişmedikçe bilerek iyileşmemektir, kabuklaşmaya yüz tutan yarasını kazıyıp bilerek kanatmaktır. Asıl hastalık unutmaktır çünkü.

Bitmek bilmeyen sıkıcı görevleri, sorumlulukları, zorunlulukları yine yüklenecekken her gün, şu andan başlayarak bir maske ve kostümle çıkmak rutinlerin dünyasına. Çıkacağım, rolümü oynayacağım ama iyileşmeyeceğim bu kez. Ruhumda o kıymıkla yaşayacağım. Günü gelene kadar onu çıkartmayacağım yerinden. 

İçime korkuluk dikiyorum, tüm beylik lafları kovsun diye. Unutmaya başlarım diye her gün o fotoğraflara bakıyorum, o veda yazılarını okuyorum.

İyileşmeyi reddediyorum.