Kendimi kaz(ı)dım, en derinden bir çocuk çıkarttım.
Kendimi bulmak için
kendimi kaz(ı)dım ben en başından beri. Her katmanda ne bulduysam ona inandım.
Özüm olduğuna inandım. Son olduğuna. Bulduğum neyse o oldum. Sonraki kazıya
dek.
Öncekilerde olduğu gibi
bulduklarımla yetinmedim asla. Yeniden kaz(ı)dım hep kendimi, yeni baştan. Yeni
bulduklarıma inandım. Sonrakine dek.
En alttakini merak
ettim her seferinde, her yeniyi çaresizce en alttaki sanırken. Bir süre sonra
bunun bir sonu olmadığı düşüncesi gelip saplandı kafama. En alt, gerçek öz diye
bir şey yok muydu?
Kalıtsal bir deri
hastalığı gibiydi bu. Kabukları soydukça yeni deri geliyordu alttan. Bitti sanıyordun,
“İyileştim!” diyordun, rahatlıyordun. Sonra kaşıntı başlıyordu ansızın. Bir
zamanlar yeni sandığın derin kanıyordu, aşınıyordu, kabuk bağlıyordu,
eskiyordu, ölüyordu. Sonra yine kaz(ı)mak, yine yeni…
Yıllar geçti. Her
değişim ve dönüşümden birer parça alarak yanıma, devam ettim kaz(ı)maya. Her
parçayı yamadım durdum ruhumun boşluklarına. Sonunda Frankenstein’a döndüm.
Yüküm ağırdı. Tüm
ben’lerimi sırtlanmanın yorgunluğu çöktü üzerime. Birbirine karıştırır olmuştum
parçalarımı. Her biri “ben” olduğunu iddia eder olmuştu. Büyük bir inançla ve
yüksek perdeden dillendiriyorlardı gerçek “ben” olduklarını. Kimin sesi daha
gür çıkarsa ona inanıyordum, o oluyordum.
Kabuk bağlamış
yaralarımı son kez soyduğumu bilmiyordum o gün. Çocukken dizlerimizdeki
kabukları soymaktan aldığımız hazla kazıdım durdum. İlk kez böylesine
umursamaz, böylesine anlık düşüncelerle ve bir şey beklemeksizin.
Kazıdım yamalı ruhumun
tüm parçalarını. Hepsini hurda gibi attım üzerimden. Tüm kabuklarımı döktüm. Hafifledim.
Son kazıydı bu, emindim artık. En derinden çıkansa harika bir çocuktu.
Tüm geçici ben’leri kovdu
çocuk. Bunca zaman ruhumda kargaşalara, kavgalara, bitimsiz iktidar
mücadelelerine, anlaşmazlıklara, itişip kakışmalara, köşe kapmacalara, her bir
ağızdan yükselen hak iddialarına, işe yaramayan ittifaklara, istikrarsızlıklara
neden olan tüm yetişkin ben’lere yol verdi. Çok uzun zaman süren koalisyonlar
devri bitti. Tek başına çocuk geldi.
Ben bir çocuğum.
Aranızda dolanıyor, yetişkin rolü oynuyorum bazen. Oyunları severim her çocuk
gibi. Sizin farkında bile olmadığınız, ne olduğunu bile bilmediğiniz yığınla
oyuncağım var. Sıkılmam hiç.
Koltuklara sıralanmış,
konuşup duran yetişkinlersiniz siz. Bense halının ortasına oturmuş; oyunlara,
oyuncaklarına dalmış bir çocuk. Sizin sıkıcı yakınmalarınızdan, birbirinin
türevi olan soru-yanıtlarınızdan, formalitelerinizden, kayıplarınızdan,
kayıplarınızın yerine koymaya çalıştığınız potansiyel kayıplarınızdan, yara
bandı tutmayan yaralarınızdan, görkemli ağıtlarınızdan, yosun tutmuş yaslarınızdan,
ölü umutlarınız için düzenlediğiniz uzun saygı duruşlarınızdan, yararsız
hüzünlerinizden, bıktırıcı hayıflanmalarınızdan, geçmişe duyduğunuz hastalıklı
özlemlerden, kırık aşk öykülerinizden, boğucu yalnızlık senfonilerinizden, gök
gürültülü sitemlerinizden, çözülmesi zor alacak-verecek hesaplarınızdan, iyilik-kötülük
çetelenizden, gidenlerin ardından bakakalmalarınızdan, gidememelerinizden,
kalamamalarınızdan, sığamamalarınızdan, sığışamamalarınızdan, yetememelerinizden,
yetinememelerinizden, yetişememelerinizden tamamen azade olarak saf bir huzurla
gülümseyen bir çocuk…
“Kuş ölür, sen uçuşu
hatırla.” demiş şair. Yaşam bilgeliği üzerine söylenen yığınla sözden, yazılan
ciltlerce kitaptan çok daha etkili ve derinlikli bir sözdü bu oysa. Hayat
görüşünüzün harcındaki en önemli birleştirici olmalıydı. Yazık, unuttunuz ya da
duymadınız hiç.
Kuşlarınız zamanla öldü
teker teker. Sizinse tek derdiniz, ölen kuşları diriltmeye çalışmaktı. Ölü
kuşların ardından yaktığınız ağıtların ateşiyle yandınız ve yaktınız. Küstünüz
her şeye ve herkese. Uçuşu unuttunuz, anımsamadınız. Tek ihtiyacınız olan şeyi.
İçinizdeki çocuk da öldü.
Bir çocuğun katıksız bilgeliğini, koşul gerektirmeksizin anda oluşunu, en basit
eylemlerden bile tat alabilme ve en sıradan nesnelere bağlanabilme yetisini yitirdiniz.
Yüksek doz yetişkinliğe bağlı zehirlenmeydi hastalığınızın adı.
Zihinleriniz dopdolu ıvır zıvırla. Yetişkinlere özgü oyalanma araçlarıyla, büyük
büyük heveslerle ya da tüm hevesleri yitirmiş olmanın sahte rahatlığıyla bugünü
geçiştiriyorsunuz. Kanlı canlı bir sandığa dönüştünüz. İçinizde nice işe yaramayanlar,
nice nerede işe yarayacağı belli olmayanlar var. Oysa bir sandık boş olmalıdır.
Böylelikle rahatça içine girip saklanabilir bir çocuk.
Ya geçmişteydiniz ya gelecekte. Şimdiki zaman dışındaki tüm zamanları yaşıyordunuz. Tarih çizgisinin
ortasını tutturamadınız hiç. An içindeki küçük ayrıntıları izlemenin sağladığı
o güzel tatları unuttunuz. Geçmişsiz ve geleceksiz bir çocuk olmayı unuttunuz. “Hatırlayın!”
dendiğindeyse size, bahaneler sıraladınız sonu gelmez. O günleri artık
yaşayamayacağınıza dair tezler sundunuz. Kendiniz inandınız hepsine. Çünkü
hepsi kendinizi kandırmak içindi. Hedef saptırmak için atılan işaret fişekleri…
Olamadıklarınızı ve olamayacaklarınızı
anlatırken kendinizi acındırmayı, kendinize acımayı da maharet saydınız. Kaybetmiş
olmanın hüznü ne de çok yakışıyordu size! Bu hüzünden de hastalıklı bir keyif
aldınız. Zavallı kaybedenler! Kayıpları geride bırakanlar kazanır oysa.
Bayağı insanların
bayağı sözlerine takıldınız, engin denizlerde yüzen bir balığın ağlara
takılması gibi. Ne çok da önemsediniz onların gözünde kim olduğunuzu! Görkemli
bir kaya gibi durmak vardı oysa. Onlar sizden toz bile koparamayacak güçsüz
birer esinti olabilirlerdi ancak. Oysa siz bu zayıf insanlardan kasırgalar
yarattınız kendinize. Onların bitik özgüvenlerini besleyip büyüttünüz, bir
canavara döndürdünüz. Sadece bir iki cümlenizin kıyısında köşesinde alelade bir
nesne olabilecek düzeydeki insanları cümlelerinizin en başına özne olarak yazdınız
defalarca. Onlarla olan ilişkilerinizden bir roman çıkarttınız vıcık vıcık dram
kayganlığında. Yüzlerine bile bakmamanız, yok sayıp geçmişe
gömmeniz gereken insanları tutup her yere götürdünüz zihninizde. Sonsuzca
andınız. Oyuncaklarınızı çaldıklarını söylemeniz ise deliliğin zirvesiydi.
Şimdi ben sizi dinliyor
ve anlıyormuş gibi duruyorum. Dinlesem bile anlamıyorum. Aynı durum büyük olasılıkla
sizin için de geçerli.
Yıllar yıllar sonra birkaç
parçamla değil, tepeden tırnağa tam bir çocuğum. Gece gündüz oyuncaklarımla
oynuyorum.
Sahi, sizin yapacak önemli işleriniz yok muydu
kuzum?