23 Mart 2013

TERSTEN YÜRÜNEN YOL



            Bazıları yolu tersinden yürür. Vardığı yer, son değil; başlangıçtır.


Tersinden yürünen bir yoldu benimkisi. “Sonra”dan “önce”ye. Bir kez yürünebildiği için “yaşam” adı yakıştırılmış bu yolun tersten yürüyen yolcusuydum. Gördüklerimin sırası da tersti. Sonrakiler öncekilere dönüşmüştü. Başkalarının terk ettiği şeyler benim benimsediğim şeylerdi. Başkalarının unuttuğu şeyler bende alışkanlıktı. Başkalarının elden çıkarttıkları benim elde tuttuklarımdı. Başkalarının eskileri benim için yeni. Ve hepsinin tersi. 
Görkemli bir gökdeleni yıkıyordum kat kat. Başkalarının çıktığını iniyordum ben, kazdığını gömüyordum, ektiğini topluyordum. Başkaları güçlü rüzgarları yoldaş edinip gemilerinin yelkenlerini doldururken ben saçlarımı teklifsizce kıpırdatan meltemle arkadaştım ıssız bir kıyıda. Başkaları çığ gibi büyürken ben eriyen kar tanesiydim. Başkaları yağmur olup yağarken ben yoğunlaşmakla meşguldüm. Başkaları çağıldarken ben durgun bir suydum. Ve hepsinin tersi.
Başkalarını heyecanlandıran şeyler benim için tekdüzeydi. Başkalarının yücelttikleri benim için değersizdi. Başkalarının dokundukları benim için dokunaklı. Ve hepsinin tersi.
Günlerin tüm enerjisinin hızla özümsenip itici güce dönüştürüldüğü yaşlarda ben toprak gibiydim. Tüm enerjiyi emerek nötrleştirirdim. Nötrleşirdim. Başımın üstünde bir paratoner taşıyordum sanki. Geldiği gibi giderdi her şey. Geçiverirdi. Tutamazdım. Tutunamazdım. Aldıkları her yaşla birlikte kendilerini daha çok bulanların saklı tuttukları pusulalar neredeydi? Sanki benim bilmediğim bir şeyi biliyordu herkes. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı. Büyüklerin “bir yarış ve mücadele alanı” dedikleri dünya yaşamında gardım hep yüksekti bu yüzden. Temkinlilik hayat kurtarıyordu ama yeni bir hayat sunmuyordu.
Başkalarının hayalleri ileriye, benimkiler geriye kuruluyordu haliyle. Başkaları okullarda istikballerinin yapıtaşlarını örerken ben taşları suda kaydırıyordum. Ne istediklerini biliyorlardı. Ben ne istemediğimi biliyordum yalnızca. Aynanın karşısına geçtiklerinde bütüncül olmaya aday bir varoluşa bakıyorlardı. Ben aynada çatlaklar buluyordum. Çatlaklara çarpıp kör noktalara sapan yansımalar. Basamakları çıkıyorlardı adım adım. Bense korkuluk demirlerinden kayıyordum. Başkaları kariyerlerine doğru direksiyon sallarken ben bariyerlere çarpıyordum. Hava yastığına başımı koyup uyuyordum.
Defterlerin sayfaları sağdan sola çevrilerek yazılıyordu. Benim defterim ise tersten yazılıyordu. Bu yüzden, kapağı çevirdiğinizde ilk sayfalar bomboş olurdu. Bu yüzden, kapağı çevirdiğinizde şimdi dopdolu.
Duygular, düşünceler, duruşlar, konumlanmalar… Tüm algılamalar tersine dönmüştü. Her şey tersten okunuyordu. Gençken bir yaşlı gibi tutucu; yaşım ilerledikçe sanki gençleşirmişçesine tutkucuydum. Tam da bu yüzden, başkalarının “gençlik” dediği dönemlerde gözlerimin derinliklerinde katman katman titreşirdi tedirginlikler. Tutarsızlıklarıma kızarlardı, oysa hepsi yalnızca uyarsızlıktı. Bir şeylerin ters gittiğini, tersten gittiğini -acemice- sezmeye başlamış olmamdı.
Memnuniyetsizliğimin nedenlerini sorgulayanlara sorgulayan gözlerle bakıyordum. Sebeplerden önce sonuçlarla karşılaşıyordum. Kararlarımın alacakaranlıkta kararmasıydı memnuniyetsizliğim.
Asıl sorun ise yolu tersinden yürüdüğüm gerçeğini çok geç fark etmiş olmamdı. O farkındalık anına kadar ben bazen itekleyip durduğum, bazen sürükleyip götürdüğüm bir yaşamım olduğuna inanıyordum. “Sonra”ya yürüdüğümü sanırken “önce”ye vardığımda anladım tüm gerçekleri. Geriye dönüp baktığımda önümde yürünmesi gereken upuzun bir “sonra” vardı. Başa yürümüştüm en başından beri. Başlangıca varmıştım. Herkes çoktan yolunu almış ve uzaklaşmıştı. Herkes yolunu tutmuş, tutturmuştu. Yolunu bulmuş, yoluna koymuştu her şeyi çoktan. Tanışıklığımız daha önce yolda karşılaşmış olmamızdan.
Şimdi, beklemek düşüyor payıma yalnızca bir kez yürünebilen bu yolda. Biri çıkar da “Haydi saklambaç oynayalım!” derse, oynarım, ama ebe olmam asla.