Bazıları yolu tersinden yürür. Vardığı yer, son değil; başlangıçtır.
Tersinden yürünen bir
yoldu benimkisi. “Sonra”dan “önce”ye. Bir kez yürünebildiği için “yaşam” adı
yakıştırılmış bu yolun tersten yürüyen yolcusuydum. Gördüklerimin sırası da
tersti. Sonrakiler öncekilere dönüşmüştü. Başkalarının terk ettiği şeyler benim benimsediğim şeylerdi. Başkalarının unuttuğu şeyler bende alışkanlıktı.
Başkalarının elden çıkarttıkları benim elde tuttuklarımdı. Başkalarının
eskileri benim için yeni. Ve hepsinin tersi.
Görkemli bir gökdeleni
yıkıyordum kat kat. Başkalarının çıktığını iniyordum ben, kazdığını gömüyordum,
ektiğini topluyordum. Başkaları güçlü rüzgarları yoldaş edinip gemilerinin
yelkenlerini doldururken ben saçlarımı teklifsizce kıpırdatan meltemle
arkadaştım ıssız bir kıyıda. Başkaları çığ gibi büyürken ben eriyen kar
tanesiydim. Başkaları yağmur olup yağarken ben yoğunlaşmakla meşguldüm.
Başkaları çağıldarken ben durgun bir suydum. Ve hepsinin tersi.
Başkalarını
heyecanlandıran şeyler benim için tekdüzeydi. Başkalarının yücelttikleri benim
için değersizdi. Başkalarının dokundukları benim için dokunaklı. Ve hepsinin
tersi.
Günlerin tüm
enerjisinin hızla özümsenip itici güce dönüştürüldüğü yaşlarda ben toprak
gibiydim. Tüm enerjiyi emerek nötrleştirirdim. Nötrleşirdim. Başımın üstünde
bir paratoner taşıyordum sanki. Geldiği gibi giderdi her şey. Geçiverirdi.
Tutamazdım. Tutunamazdım. Aldıkları her yaşla birlikte kendilerini daha çok bulanların
saklı tuttukları pusulalar neredeydi? Sanki benim bilmediğim bir şeyi biliyordu
herkes. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı. Büyüklerin “bir yarış ve
mücadele alanı” dedikleri dünya yaşamında gardım hep yüksekti bu yüzden.
Temkinlilik hayat kurtarıyordu ama yeni bir hayat sunmuyordu.
Başkalarının hayalleri
ileriye, benimkiler geriye kuruluyordu haliyle. Başkaları okullarda
istikballerinin yapıtaşlarını örerken ben taşları suda kaydırıyordum. Ne
istediklerini biliyorlardı. Ben ne istemediğimi biliyordum yalnızca. Aynanın karşısına
geçtiklerinde bütüncül olmaya aday bir varoluşa bakıyorlardı. Ben aynada
çatlaklar buluyordum. Çatlaklara çarpıp kör noktalara sapan yansımalar.
Basamakları çıkıyorlardı adım adım. Bense korkuluk demirlerinden kayıyordum. Başkaları
kariyerlerine doğru direksiyon sallarken ben bariyerlere çarpıyordum. Hava
yastığına başımı koyup uyuyordum.
Defterlerin sayfaları sağdan sola çevrilerek yazılıyordu. Benim defterim ise tersten yazılıyordu. Bu yüzden, kapağı
çevirdiğinizde ilk sayfalar bomboş olurdu. Bu yüzden, kapağı çevirdiğinizde şimdi dopdolu.
Duygular, düşünceler,
duruşlar, konumlanmalar… Tüm algılamalar tersine dönmüştü. Her şey tersten
okunuyordu. Gençken bir yaşlı gibi tutucu; yaşım ilerledikçe sanki
gençleşirmişçesine tutkucuydum. Tam da bu yüzden, başkalarının “gençlik” dediği
dönemlerde gözlerimin derinliklerinde katman katman titreşirdi tedirginlikler.
Tutarsızlıklarıma kızarlardı, oysa hepsi yalnızca uyarsızlıktı. Bir şeylerin
ters gittiğini, tersten gittiğini -acemice- sezmeye başlamış olmamdı.
Memnuniyetsizliğimin
nedenlerini sorgulayanlara sorgulayan gözlerle bakıyordum. Sebeplerden önce
sonuçlarla karşılaşıyordum. Kararlarımın
alacakaranlıkta kararmasıydı memnuniyetsizliğim.
Asıl sorun ise yolu
tersinden yürüdüğüm gerçeğini çok geç fark etmiş olmamdı. O farkındalık anına
kadar ben bazen itekleyip durduğum, bazen sürükleyip götürdüğüm bir yaşamım
olduğuna inanıyordum. “Sonra”ya yürüdüğümü sanırken “önce”ye vardığımda anladım
tüm gerçekleri. Geriye dönüp baktığımda önümde yürünmesi gereken upuzun bir “sonra”
vardı. Başa yürümüştüm en başından beri. Başlangıca varmıştım. Herkes çoktan
yolunu almış ve uzaklaşmıştı. Herkes yolunu tutmuş, tutturmuştu. Yolunu bulmuş,
yoluna koymuştu her şeyi çoktan. Tanışıklığımız daha önce yolda karşılaşmış olmamızdan.
Şimdi, beklemek
düşüyor payıma yalnızca bir kez yürünebilen bu yolda. Biri çıkar da “Haydi
saklambaç oynayalım!” derse, oynarım, ama ebe olmam asla.